Ailemin kutu kutu hayatları var bu blogda. Keyif aldığımız yemek, gezi, kitap, annelik... hakkında herşeyden biraz.

30 Aralık 2011 Cuma

Can konuşuyor!

Çok heyecan verici bir başlık. Ama Can zaten hep konuşuyordu kendince. Sadece şimdi onu biraz daha fazla anlamaya başladık. Mesela Düvee gibi havalı kelimeler uzun süredir hayatımızdaydı, ne olduğunu bilmesek de... Bu ne sorusunun cevabı, genelde şu meşhur "düvee"ydi. Sonu gelmeyen, dakikalarca süren cümleler ve telefon konuşmaları da var.

Şimdi yeni kelimelerimiz var. Orada(oyda) ve burada(buyda). Hatta cümle bile kurabiliyor. Bu buyda... Bu oyda...
Al dediğimizde ansızın ağzından "ver" çıkıyor. "Aç" çok revaçta başka bir kelime ve tabi kapat. Kaan askerlik arkadaşı olduğu için evin bir ucundan öbür ucuna çağırmak için genelde "Kaaa... Kaaa...." diye bağırması yetiyor.

Akrabalık ilişkilerini anne, baba, abi, dede ve aba(abla) ile çözdü. Ayrıca, nar(nar), mum, aydede var hayatımızda. Bir gün penceresinden bakarken arka bahçede Noelbabayla tanıştı. Ama tanışması aydedeyle tanışmasının ertesi gününe denk gelince, yeni bir isim buldu: aybaba.

Babaanne demek zor ama onun da yeni bir adı var: Mani

Daha dün annemizin kollarında koşarken melodisinde farklı güfteyle yeni şarkılar söylüyor.

Nasılsın sorusuna hemen cevap geliyor: iiiii...

Söylediğimiz kelimeleri taklit etmeye çalışıyor. Bazen inanamıyoruz, ağzından bir andan çıkıverince; tahta, geyik...

21 Aralık 2011 Çarşamba

İyi ki doğdun Kaa


Kasım sonu bir haftasonu kaçamağı yapıp Bodrum'a gittik. Cmt sabahı 8'de Bodrum'daotelimize yerleştik. Kışın havuz kenarında kitap okumak, güneş altında kahvaltı yapmak, deniz kıyısında dalga sesleri eşliğinde nefis mezeler yemek çok çok iyi geldi.
Bazı şeyleri ertelememize izin vermeyen, çok enerjik arkadaşlarımıza teşekkürler.
Ve tabi iyi doğdun Kaa...!

Patlıcan çiçeği ve mandalina ağaçları

22 Kasım 2011 Salı

Bu bu buu???

Aziz Nesin'in muni hikayesinde adam çocuğun her gördüğü şeyde ağzından dökülen muni? sorusuna sabırla, defalarca cevap verir. Muni soruları devam eder, eder, eder... Can'ın meraklı halini gördükçe aklıma bu hikaye geliyor.

En son bir eşyayı kim kullandıysa veya kime aitse Can etiketliyor ve sonra oyununa geri dönüyor. Örneğin Kaan bir tornavida getirdiyse, Can'dan son hüküm geliyor: Bu bu baba! Ayakkabılarımı çıkararak eve giriyorum. Merhabadan önce elbet bir giriş yapılmalı. Parmak ayakkabıları gösteriyor ve "buuu anne!".

Ayşe temizlik yapıyor, Can hemen kovayı gösteriyor ve tabi ki " buuu aba". Salonda yürürken işaret parmağı önde Can arkada her eşyaya söylenecek bir şey var.

Her zaman her şeyi bilmek mümkün olmuyor. Sonuçta şunun şurası sadece 18 aydır dünyayı öğreniyor. Ne oldugunu bilmediği veya isminden emin olmak istediği eşyalarda parmak aynı şekilde kalkıyor ve soru geliyor: "Bu bu buu..?"
Soru anlaşılmadıysa tekrar: "Bu bu buu?"
"Bu bir limon sıkacağı"
Cevaptan sonra da şu ses mutlaka çıkarılmalı: "hııı..."

Yemek ve Altın Kızlar

Bir süre önce Cafe Fernando blogunu keşfetmiştim. Özellikle Can'in doğumundan beri- öncesi de var ama- yemek yapmakla hiç aram olmamasına rağmen tatlı(yemek) özel ilgi alanima girdigi için arada bu bloga bakmadan geçemiyorum. Profesyonel fotografların albenisi ve satır aralarında geçen San Francisco hikayeleriyle keyifli bir site. Diğer taraftan kahveli fındıklı kurabiye tarifini de bir gece dayanamayip pişirdiğim ve çok beğendiğim için artık bir bağımız da var...

Vanskapkaka tarifiyle ilgili eski bir yazısı çok hoşuma gitti ve buraya eklemek istedim. Altın Kızlar dizisini hatırlar mısınız? "Yıl 1965 Sicilya..." cümlesiyle başlayan repliklerle komedi dizilerin ilk kez hayatımıza girdiği dönemde hala düşününce beni gülümseten bir dizi. Ailece koltuğa dizilmiş bu birbirlerine sımsıkı bağlı dört kadının Santa Barbara'daki komik hikayelerini gülerek izlediğimizi hatırlıyorum. Dizinin bir bölümünde Ross'un bahsettiği bir tarifle ve dostlukla karıştırılmış bu yazıya göz gezdirmek isterseniz işte burada:

http://cafefernando.com/vanskapkaka/

21 Kasım 2011 Pazartesi

Emziksiz günler

Can sadece yataktayken emzik alabileceğini, uyandığında emziği vermesi gerektiğini öğrenmişti. Ama uyurken o kadar tutkun şekilde emziği arıyordu ki, her ne kadar ben 18 ayda bırakma planları yapsam da hiç kolay olmayacağını hissediyordum. Arkadaslarimin denemelerinden esinlenip acaba kediye mi atsak, emzigin ucunu mu kessek, delik mi acsak diye ben dusune durayim, 18. ayin dolmasina yakin deneme dugmesine bastik.

Çok hazırlıklı ve düşünerek olmadı ama yorucu bir gunun sonunda bir gece emziksiz uyumayı denedik, zorlanmadan uyudu. İlk denemeden güç alıp ertesi günler tekrar tekrar derken bir gun gündüz uykusunda da emziği bıraktık. Can nerdeyse 10 gundur geceleri emziksiz uyuyor.

Uyku kokan Canla ilk deneme:
-Neneee?
-Nene yok annecim, artık abi oldun.
-A-bi...
-Fındıkla uyumak ister misin?
Konuşarak ve yatakta taklalar atarak uyur.

İkinci gece:
Çok yorgundur, yastığa başını koyar, biraz konuşup Can'ın uykusu geldi şarkısını söyleyip odadan çıkılır. Çok geçmeden Can uyur. Gece uyanınca yanına gidilir. Odadan çıkar çıkmaz zıplayan miniğin yanından ayrılmayıp yerde uyunur bir süre. Sonra nasıl uyutacağını bilemeyen anne paniğe kapılıp hemen emziği verir...

Aralarda anneanne ve babaannede konakladığımız ve ortam değişikliği nedeniyle mecburen emzik verdik. Önemli değişikliklerde ortamın ve rutinin değiştirilmesi önerilmiyor. Ayrıca tutarlı davranmak gerekiyor(muş). Neyse ben gercegime donersem tam aksine disarida uyusun diye arada emzik verdigimi de soylemeliyim. Bu yonteme cocugun oldugu kadar anne-babanin da yavas yavas kabullenmesi diyebilir miyiz?

Üçüncü gece: 
Çok yorgundur, yastığa başını koyar, biraz konuşup Can'ın uykusu geldi şarkısını söyleyip odadan çıkılır. Çok geçmeden Can uykuya dalar, sabaha kadar deliksiz uyur.
...
Altıncı gece:
Herşey buraya kadar iyiydi. Can gece uyanınca uyumakta zorluk çekti ve sakinleştirmek mümkün olmadı. Kaanla odasında yere çökmüş bir halde muhtemelen ikimiz de emziği bırakmanın gerçekten gerekli olup olmadığını sorgularken bir saat geçti. Sonunda Can yorgun düşüp uyumaya devam etti.

Ayşe ablası gündüz uykusunda emziği vermeyince emziksiz günlerimiz de başladı. Benim emzikleri attığımı soyleyip emziklerin olduğu çekmecenin boş olduğunu göstermiş. Uyumaya calisirken arada kalkıp anne at, anne at diye tekrar ederek (muhtemelen konuyu anlamak icin pekistirerek)sonunda uyumus. Can için olduğu kadar emziksiz günler bizim için de yeni alışkanlıklar getiriyor. İlk gunler sabah 5-6 civari uyanip geri uyuyamadigi gunlerimiz oldu. Geceleri iyi geceler dileyip odasından çıktığımız günler geride kaldı.  Artık ağlamalı, konuşmalı, süt içmeli, şakalaşmalı, mızırdanmalı tekrar tekrar odaya donmeli, uykunun onemini anlatmali bir uyku merasimimiz var.

Bu da bizim emzik birakma hikayemiz (olur umarim). Aferin ogluma!

11 Kasım 2011 Cuma

Bayram aileyle güzel



Anneanneyle bayramlaşma



Ailelerle birlikte olunca bu bayramı iliklerimize kadar hissettik. Sabah kahvaltısına kavurmayla başlayıp Bayram'ın son gününe kadar durmadan yedik. Bir gün annemlerde, bir gün de Bahar annelerde konakladık. Tüm İstanbul halkı İstanbul'daydı. TEM hareket etmez hale gelmişken merkezi yerlerde ise hiç trafik yoktu. İstanbul'un garipliklerinden bir başkası... Trafik bizim bahanemiz oldu, ailelerle kalmaktan çok keyif aldık.

Bayram'ın ilk günü ailecek Bahar annenin hazırladığı muhteşem yemekler etrafında toplandık; dayılar,  kuzenler, anneanne, babaaanne, dedeler, abim, Suna, Hakan, Alple. En çok Ege, Mert ve Can'ı izlerken eğlendik. Özellikle Ege ve Mert BabyTV karşısında transa geçmişken Can'ın hala üzerlerinde tepinmeye devam etmesi ve oyuna davet etmesi, Can'ın tam bir oyuncu kedi haline geldiğini ispatlıyor.



Bu aralar amcasına Aka, Ege'ye Aga diyor. Kuzenlerini göreceğini söylediğimizde hemen seviniyor.
Baby TV seyreden kuzenlere hücum sırasında

3 Kasım 2011 Perşembe

Haşarı hareketler

Her geçen gün Can'ın yüzünde belirginleşen muzur ifadeyi farkediyoruz, hızlanan adımlarına yetişmek zorlaşıyor. Koltukların üzerlerinde zıplarken yakalıyoruz. Ufacık elleriyle odasının duvar kağıdını nasıl yırttığına akıl erdiremezken, o büyümeye devam ediyor.

Hareketleri ve asilikleri yanında kelimeleri söylemeye deneyip bir kez söyledikten sonra geride bırakıp dikkati hemen başka yere dağılıveriyor. Perde, mum, araba da son kelime denemeleri. Bir gün eve gittiğimde konuşur bulucağımı ve ilk konuşmaya başladığı anı kaçırmış olacağımı düşünüyorum. İşten çıkıp koşa koşa eve geliyorum yenilikleri yakalamak için.

Daha uykumuz düzene girmemişti ki, şimdi de burnu tıkandığı için sürekli uyanıyor. Sabah 4-5 sularında rüya olduğuna inanmak istesek de "aaanneee..." sesiyle uyanmak işten değil...

Terrible Two'dan şimdiden korkuyoruz. Oysa doktorumuzun söylediği gibi aslında bir yaşına başladığından itibaren her gün 2 yaş hareketleri başlıyor. Kendini ispat etme çabası, olumsuz cevaplar, yeni alışkanlıklar... arka arkaya ekleniyor.

Bir yaşından itibaren öğretmek ve her şeyi öğrenmek vardı hayatımızda. Şimdi ise öğretmek  ve eğer oturup dinlerse, beğenirse, o sırada konsantrasyonunu bozan bir şey olmazsa (ki 2 dakikadan fazla olamamaya başladı) öğrenebilir devresindeyiz. Tracy Hogg'un 2 yaşına kadar beklemeyin, ne yapacaksanız hemen yapın, zaman geçtiğinde pişman olacaksınız demesi boşuna değilmiş. 2 yaşına kadar anne-babayı mutlu etmeye çalışıyor (1,5 yaş diyelim:). Kitabın son bölümlerini şimdi anlayabiliyorum.

Aslında ne kadar erken deyip ertelesek de, hazır olmadıklarını düşünsek de bebekler, küçük çocuklar öğrenmeye ve alışkanlıklar kazanmaya aslında açıklar. Sanırım buna açık ve hazır olmayanlar biz ebeveynleriz. Emziksizlik bizim için zor, tuvalet eğitimi dönemi ve bezsiz yaşam için aslında bizim alıştırmaya ihtiyacımız var...
Ama ben yalnız hazırlanamam, Kaan sen de var mısın???

Ayakkabılarımı seviyor...

19 Ekim 2011 Çarşamba

Telefonda konuşma

Can çok çok geveze 2 gündür. Can dilinde durmaksızın konuşup çığlıklar atıyor. Bu kadar konuşma arasında annesiyle telefonda konuşmaya da vakit ayırıyor. Canla bugün telefon konuşmamızdan:

Ben: Annecim yemeğini yedin mi, ne yedin?
Can: mama
B: eve kimler geldi?
C: anane va, dede
B: çok öpüyorum seni, sen de beni öper misin?
C: muaaa... (ve telefon öpülür)

18 Ekim 2011 Salı

17 ay bitti

Uyku öncesi halleri

Ay hesabını bırakıp bundan sonra kısaca benimki 1,5 yaşında diyebileceğimiz kıvama geldi. Yani Can'in deyişiyle "a-bi" olduk. Geceleri uyurken eskiden hiç zorluk çekmediğimiz düşünülürse diş çıkarma haftası sonrasi eskisine göre biraz daha zorluk çekiyoruz, ancak soylenme, birkaç kez anneyi babayı çağırdıktan sonra uyuyabiliyoruz. Bunda çok sorun yok. Ama diş çıkarma sonrası gece uyanmalari başladı. İşte üstten 4, alttan 1 dişin hayatımıza getirdiği asıl yenilik bu oldu. Bunun ne demek oldugunu anneler, yeni anne oldukları aylardan ( ve sonrasından...) hemen hatırlayacaklardır: hafif mor gözaltları, erkenden uyuma isteği, tahammülsüzlük... Sağolsun bir kez ben kalkıyorsam sonrasında Kaan hemen uyanıyor veya Can'ın uyumadığını anlayınca yardıma koşuyor.

Amacım gece uyanmalarından bahsetmek değildi ama uykusuzluktan konuyu oraya getirdim galiba. Can evde adımlarını hızlandırmaya, hatta koşmaya başladı. Gelin beni gıdıklayın dercesine bize bakıp kikirdeyip koşmaya başlıyor. Yakalanınca kahkalar, yerlerde yuvarlanmalar gürle.

Bu arada Can sayı saymaya başladı. Henüz bire kadar ama parmağıyla göstererek "biiiiii, biiiiii, biiiiii" diye saymaya başladığında bize bir milyona kadar sayıyormuş gibi geliyor.

Ayşe ablasından yanaktan makas almayı oğrenmiş, "Fııstııık" dediğimiz anda 2 küçük parmak yanağımıza yapışıyor.

Anne, baba, dede kelimelerinin yerlerini degiştirerek defalarca tekrar ediyor, yeni cümleler üretiyor. Anane kelimesi sonrası düz mantıkla dedede, bababa da olmalı diye düşünüyor.

Şarkı söylüyor, söylediğimiz melodiyi tekrar ediyor. Şu sıralar Charlie'nin Çikolata Fabrikası filminden umpa lumpa melodisine takılıyor.

En çok sarı uçağını seviyor. Düğmesine basip gidişini seyrederken olduğu yerde müzikle sallanıp alkış tutuyor. Uçak sevgisinin bir nedeni de evin uzerinden gecen uçaklarin onu şaşkına çevirmesi. Uçagın sesini duyar duymaz uzaktaki ışığı parmagıyla gosterip vuvuu sesleriyle uçak gözden kaybolana kadar pencereden ayrılmıyor.

Gözkırpıyor iki gözünü sımsıkı kapatarak. Dikkat çektiğini farkedince mutlulukla tekrarlıyor. Bir de uyuma taklidi yapıyor, gözleri sımsıkı kapanmaktan buruşuyor.

Saklanıyor, hiç sesini çıkarmadan olduğu yerde hareketsiz bekleyip onu aramamızı izliyor. Saklanırken bazen gözlerini kapamayı da ihmal etmiyor.

Arabada müzik dinlerken başını sağa sola oynatıyor, eliyle ritim tutuyor.

Spor ayakkabılarımı giyip mutlulukla ayakkabıları gösteriyor.

Daha ne yapsın? O kocaman bir a-bi...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Hastalık sonrası yeni düzen(sizlik)

Bu hafta Can'ın keyfi yerine geldi. Dolayısıyla bizimki de.
Asabiyet, ağlama ve uyanma krizleri arasında sanki çocuğumuzla ilk haftamızı yaşıyormuşuz psikolojisini geride bıraktık. Yine gülen, noy noy noy şarkı söyleyen, konuşmaya çabalayan minik adam bizimle.

Bebeklerde birkaç gün bile olsa farklı bir düzene geçildiğinde, bebeğin düzeninin tamamen değiştiği tecrübeyle sabit. Hastalık sırasında da Can'ın sınırlarını zorladığı noktalar, bizim de normalde asla yapmayacağımız davranışlar oldu. Canla gurur duyduğum kendi başına uyuma alışkanlığı şimdilik yerle bir olmuş gibi gözüküyor. Ayrıca geceleri deliksiz uyuma ve yalnız başına uykuya dönme ile sabahları uyandığında yatağında vakit geçirme alışkanlıkları da ağladığında anne-babanın koşarak yanına geldiğini keşfettiğinden beri pek iyi çalışmıyor. Kısaca geriye ne kaldı ki? Yeni doğan moduna geçmiş durumdayız. Hastalık sırasında da kuralları - mümkün olduğunca- bozmamakta fayda varmış. Yavaş yavaş eski alışkanlıklarına döneceğini umuyorum. Geceleri kucağımızda uyuduğu, canının çok yanarak uyumak için sırtına dokunulmasına ihtiyaç duyduğu günlerden sonra eski rutinin bozulmasına çok şaşırmadık. Ama odadan çıkınca arkamdan duyduğum ağlama sesine henüz alışamadım. Cry out metodunu uygulamadım, uygulamayı da istemiyorum ama koşmadan yavaş yavaş odaya giriyorum. Az sonra tekrar çıkacağımı, onun da kocaman bir abi gibi uyuyacağını açıklıyorum. O da bana "a-bi!" diyor. Sonra her zamanki gibi başını yorganına koymuş, poposu havada yatar- otururken çıkıyorum ve arkamdan bir ses....Biraz bekliyorum, bazen bir iki mızırtı sonrası ses kesiliyor. Kesilmezse yavaş adımlarla odaya giriyorum ve....

Önemli olan şimdi mutlu mesut yemek yiyebiliyor olması. Bu aralar kendisi yemek istiyor. Suratına yaklaşan kaşığı, kafasını sağa sola çevirmek suretiyle ekarte ediyor. Dikkatle tuttuğu kaşığını veya çatalını ağzına denk getirebilirse çok da güzel yiyor. Tencere yemeğinden bıkmış, annesinin yaptığı yulaflı kurabiyeleri mideye indiriyor.

30 Eylül 2011 Cuma

Kriz haftası - Diş çıkartma ve aft

Geçtiğimiz Cuma günü Can'ın hafif ateşi çıkmaya başladı. Ilık banyo, ateş düşürücüler derken daha öncekilerde hiç sorun yaşamadığımız için bu diş çıkarmayı da hızlı  atlatabileceğimizi düşünmüştüm. Haftasonu Ankara ziyaretimizi ertelemeyip Berk, Ayşegül ve Ela'yla buluşabildik. Hepsinin huyuna suyuna ayrı ayrı bayıldık. Cumartesi gecesi  baktık ki Zuzucan'ın ateşi sürekli yükseliyor ve  huysuzluğu artıyor, Pazar günü hemen İstanbul'a geri döndük.

Can'ın üst damağında 4 dişi vardı. Bu hafta başı çıkanlara ve izin verdiği ölçüde görebildiğimiz kadarıyla şişenlere bakılırsa bütün geri kalan dişlerini aynı anda çıkarıyor. Tam bitti derken muhtemelen yemeği kestiği için vücut direncinin düşüklüğünden kaynaklanan ağız içinde aftlar ve dudağında uçuklar çıktı. Tam  bitecek herhalde derken alt dişleri çıkmaya başladı.

Geceleri canının acısıyla defalarca uyanıyor, kimi zaman da ateşi nedeniyle biz uyandırmak zorunda kalıyoruz. Ağzına sürülen karışımların, verilen şurupların korkusu ve bize kızgınlığıyla bir türlü sakinleşemiyor. Kızgınlıkla emziği bile fırlatıp atıyor ve emziksiz de uyuyamadığı için geceleri acıyla uyuyamama, yorgunluk, emziği ağzına alamama, daha da kızma döngüsü içinde geçiyor. Son birkaç gecedir yorgunlukla tamamen emziksiz uykuya dalıyor. Yemek değil, süt bile içmediği için geceleri muhtemelen açlıktan da uyanıyor. Yine bir şey yemeden genelde babasının omuzunda uyumayı tercih ediyor.

Ev eczane gibi. Ateş düşürmek için bir köşede İbufen, Calpol, Paranox S, diğer tarafta aft için uyuşturucu bazı karışımlar, spreyler, diş için Calgel, vitaminler, uçuk kremi... Başka bir doktor ise antibiyotik yazdı ama bizim doktorumuz ağızdaki yaraların virütik olması nedeniyle antibiyotik kullanılamayacağını söyledi ve bir kenara kaldırdık.

Telefonla direktiflerden sonuç alamayınca, dün dedesi ve babaannesiyle doktora gitti. Günlerdir suyu bile temkinli içtiği için 150 gr kaybetmiş. Aft yanısıra, ağzının içinde uçuklar da varmış. En iyi ilaç protein diyor, tabi yerse. Yiyebilmesi için etkisi geçici olan hem uyuşturan, hem iyileştiren ilaçları zorla ağzına sürüyoruz. Gerçekten onun için olduğu kadar benim için de zor. Can ağladıkça bizim canımız daha çok acıyor.

Bu hafta tamamen karakter değiştirdi. Son derece sinirli, başına buyruk, söylenenin tam tersini yapan, mızmız, her şeyi ağlayarak isteyen bir çocuk haline geldi. Her şey sinirle fırlatılıyor, bardaklar kırılıyor, yemekler havada uçuşuyor. Acısını anlamaya çalışıyoruz ama bu ilgiyi kaprise dönüştürdüğünü hissettiğimiz durumlar da oluyor.

Dün ilk kez kuzenleri Ege ve Mert'in yanında keyifle yemek yiyip, oyun oynamış. Sonra eve geldiğinde akşam yemeği yedirme çabamız yine sonuç vermedi.

 Can uykusuz ve mutsuz, bu hafta çok zor geçiyor.

29 Eylül 2011 Perşembe

Toskana'da tatil ve unutulmaması gerekenler

Gambassi Terme'de 1 haftalık evimiz -Borgo della Meliana
Zuzucan artık çocuk olduğuna göre (en küçük boy) ilk çocuklu tatilimizden bahsedebilirim. Bayram'da yurtdışı tatilinde gezmek nasıl olacak, yıpranan biz mi yoksa o mu olacak diye endişe ederken keyifli bir tatil geçirdik. Floransa'nın yaklaşık 1 saat uzaklığında Gambassi Terme isminde küçük bir kasabada bağların ortasında bir çiftlik evinde kaldık (Borgo della Meliana). Günübirlik gezilerle 1-1,5 saat uzaklıktaki San Gimignano, Siena, Volterra'yı gezdik, Greve di Chianti'de şarap tadımı yaptık. Önemli şarap merkezleri olan Montepulciano ve Montalcino'ya ziyaretler planlamakla beraber başka bir geziye bıraktık.

Bir arkadaşımız Toskana'da bağ evlerinde veya butik otellerde kalmak için araştırmamıza Toskana'da "agriturismo" yazarak başlamamızı tavsiye etmişti. Böylece kalacak pek çok seçenek arasında bize uygun olanı seçtik.

Mutfağımız olduğu için erken saatte Can'a omlet, süt, meyveli bir kahvaltı hazırlayıp sonrasında Can'ın öğle /akşam yemeği pişerken biz de kahvaltı yapıyorduk.  Gezi saatlerimizi ve yemekleri Can'ın uyku saatlerine göre ayarlamaya çalıştık. Günde 2 kez uyuduğu için sabah uykusunu mutlaka araba yolculuğuna denk getiriyorduk. Akşam yemeğine giderken 8-8.30'da yemeğe gitmek üzere arabaya bindiğimizde uyuyor, yemek sırasında mışıl mışıl uykusuna devam ediyordu.

Can, sabah kalkar kalmaz kendini bahçeye atıp kocaman bahçede rahat rahat koşturabildi. Hava kararmadan eve ulaştığımız zamanlarda Can ve babası havuzdan da faydalanabildiler.  Biz de Can'a yemeğini yedirirken bağların arasından güneşin batışını seyredip ve Kaan'ın terfisini kutlayabildik. Güzel manzaralar, bağlar, küçük tarihi kasabalar, güzel yemekler ve şarap. Toskana gezimizden beklentimizi fazlasıyla karşıladı.

En unutulmaz yemeklerimizin başında San Gimignano'daki romantik restoran ve şarap mahseni geliyor. Bembeyaz masa örtüsünün üstüne garson daha sipariş alamadan önce bir plastik kutu yoğurt konar sonra bir kavanoz meyve... Bu arada sadece Can'ın ve ailesi olarak bizim "hayııır" la başlayan seslerimiz restorandaki romantik ortamı bozmaktadır. Tekrar tekrar düşen çatal ve kaşıkların yerine yenileri istenir, sonra afiyetle Can'ın yenmeyen spagettisi mideye indirilir.

Deniz ürünlerine doyduğumuz, Montaione'deki Osteria del Pesce Rosso'ya tekrar gitmek istiyorum. Hatta şu an bunları yazarken yediğimiz deniz ürünleri tabaklarını ve tiramisuyu düşünüyorum ve evet tekrar gitmek istiyorum!

Voltarre gezimiz sırasındaki öğle yemeğimiz ise ne lezzeti, ne ambiyansı, bu kez Can'ın gelen 3 çeşit yemeği beğenmemesi ve somonlu tagliatelleyi bir güzel saçına sürmesiyle unutulmazlığını korudu. Yemek sonrası adeta jöle sürülmüşçesine istenilen şekle girebilen saçlardan somon kokusunu çıkarmamız 2 gün aldı. Voltarre gezimizden aklımda kalan diğer mekan ise Metin ve Dilara'nın keşfi Beppino'daki acı biber reçeli. Şarap yanında gerçekten çok güzel gidiyor.

Castello di Verrazzona'daki bitmek bilmeyen şarap ve yemek tadımı en keyifli yemeklerimizdendi. 3 saatlik tadım sonrası kahveye bile yerimiz olmadığı için Lamole'ye kadar gidip bir arkadaşımız tarafından önerilen restorana ancak dışarıdan bakabildik. Yemekleri ve manzarası için ileride tekrar gitmek için not aldık.
Siena
Şarap tadımımız için Castello di Verrazzona

Volterra
Çocuklu ilk tatilimiz sonrası tatilimiz sırasında faydalı oldu veya olsa iyi olurdu diye düşündüğüm konularla ilgili notlar aldım. En azından 15-16 aylık Can için geçerli listemiz:

- Tatil boyunca mutfağımızın olması çok faydalı oldu. Hem sabah kahvaltılarını hazırlarken ve sütünü ısıtırken rahat ettim. Hem de dışarıdaki yemekleri ve hazır bebek mamalarını pek de iştahlı yemediği için akşamları hızlıca bir şeyler pişirebildim.
- Sevdiği ve pratik hazırlanabilecek bir kaç kuru gıdayı yanıma almam iyi oldu. (Tarhana, şehriye, kahvaltı için Eti ekmek, Cicibebe bisküvi, biraz pekmez, süt alamadığımız günler için Aptamil) Küçük bir yerde kaldığımız için bebek karışımlarında ve yiyeceklerinde çok fazla çeşit yoktu ve İtalyan makarnaları ile benim pişirdiğim sebze yemekleri de Can'a çok cazip gelmedi.
- Yanımda getirdiğim kapaklı küçük cam kapları ve kavanozları gün içinde yemek, meyve taşımak için kullandım.
- Taşınabilir mama sandalyesi minderi. Genelde restoranlarda mama sandalyesi olmakla birlikte kaldığımız evde Can'ı sabit tutmak için iyi ki Hande önermiş de yanımıza almışız. Evde bile mücadeleye dönüşebilen yemek saati, mama sandalyesi olmadan daha da zorlu geçecekmiş. Beaba'nın sandalyeye monte edilebilen minderli bir modelini kullandık. Gerçek mama sandalyesi kadar rahat etmemekle birlikte yine de hayat kurtarıcı oldu. Başka çeşitlerini kullanmadığım için karşılaştıramıyorum. Restoranlardaki bazı mama sandalyeleri bizim ufaklığa hitap etmeyince, süzülerek aşağıya iniveriyordu. Bu durumlarda da minderi kullanmak daha mantıklı oldu.
- Biberon fırçasını unutmuşum. Biberonu temizlemenin bu kadar zor olabileceğini fırça olmayınca anladım. Kıymetini bilememişim...
- Bol bol ince dokuma örtüler/ kundak örtüleri almıştım yanıma. Hepsini fazlasıyla kullandık geziler sırasında. Yaz olmasına rağmen rüzgarda battaniye, uykuya dalarken perde, arabada güneşlik, çimde piknik örtüsü, yeri geldiğinde havlu... çok amaçlı kullandık.
- Oyuncaklar olmadan olmazmış. Her ne kadar tencere, tabak, fırça ilgisini çekse de uzun araba yolculuklarında, uçakta ve yemek sırasında müzikli oyuncakları, kitaplarıyla oyalamamızda çok yardımcı oldular. Üşenmeyip, bavulda yeri dert etmeyip taşımak gerek.
- Bol bol atlet, t-shirt, eşofman... Terledi, ıslandı, yemek döküldü, hava serinledi diye o kadar çok kıyafet değiştirildi ki birkaç gün içinde nerdeyse tüm bavul kullandık. Aslında kaldığımız yerde çamaşır makinesi olduğu için bu kadar kıyafet taşımadan da idare edebilirmişiz. Çamaşır makinası olması da sonraki tatillerde kıstaslardan olabilir.
- Tatillerde, iş gezilerinde ne zaman yanıma ilaç almayı unutsam, mutlaka ihtiyacım olur. Can için alerji, sinek ısırması, sıyırık, ateş... için yanımıza ilaç ve termometre almayı unutmadık. Neyse ki tatil boyunca hiç ihtiyaç olmadı.
- Uyurken yerini yadırgamaması için uyurken sarıldığı küçük yastığını aldık yanımıza. Bu aralar köpeğine düşkün olduğu için o da bir çözüm olabilirdi.
- Yedek emziği unuttuk. Emziksiz uykuya dalamayan küçük bey için biraz risk almış olduk.
- İyi 2 arkadaş:) Canla ilgilenip, gerektiğinde oyalayarak bizim de gezmemizi sağlayan, yemeğimizi, kahvemizi bitirmemize imkan veren, Toskana'nın tadını çıkarmamızda çok emeği olan canım arkadaşlarıma teşekkürler. Bundan sonraki her tatilimize lütfen lütfen katılsınlar!

8 Eylül 2011 Perşembe

16 aylıklar ne yapar?

Yeni oyuncak köpeğiyle

Şu sıralar eve gitmek tam bir eğlence. Evde her şeyi taklit etmeye hevesli, meraklı, kendi kendine dakikalarca elfçe konuşan Can'ı izlemekten daha güzel bir plan yokmuş gibi geliyor.

Bu aralar Can,
- sabahları yanımıza gelince muuuah diye yanağımızdan öpüyor,
- akşamları sıkıca sarılıyor, bazen sırtımızı pışpışlıyor,
- A-Aaaa! diyerek yüzlerce kez yanında söylediğimiz şaşırma efektini taklit ederek yerinden söktüğü eşyaları ve kitapta ilgisini çeken karakterleri gösteriyor,
- Noy-noy-noy-noy-noy diyor,
- hala tencereleri kaşıkları indirip, karıştıra karıştıra yemek yapıp bize tattırmaya devam ediyor,
- tam bir kül kedisi; fırça, süpürgeyle yerleri silmeye ve masaların tozunu almaya devam ediyor,
- dedesi çekiçle bir şeyler çakarken ağzını hayretle açıp seyrediyor ve tak tak diyor,
- İtalya'ya giderken pistteki uçakları görünce heyecandan nereye bakacağını şaşırdığından beri uçakları daha çok seviyor, vuuuu sesiyle uçaklarını uçuruyor,
- koltuklara, puflara tırmanıyor, yetişsin yetişmesin ayağını havaya kaldırıp çıkıp çıkamayacağı yerleri test ediyor,
- balkonda çiçekleri suluyor,
- yumurtayı sevmiyor, görünce ağlamaya başlıyor,
- yeni oyuncak köpeğiyle aşk yaşıyor, ilk kez görmüş gibi tezahüratlar eşliğinde tekrar tekrar sarılıyor, öpüyor,
- hala uyumaya çalışırken yatağın değmedik köşesi kalmayacak şekilde dönüyor, dönüyor, emziğini emerken vavvava sesini çıkarıyor,
- araba anahtarlarına bayılıyor,
- söylediğimiz kelimeleri taklit etmeye çalışıyor,
- Aan-nee diyor ve ben de bu sese bayılıyorum.

6 Eylül 2011 Salı

Beklenmedik haber

Bayram tatili sırasında bizi çok üzen bir haber aldık. Kaan'ın arkadaşı ve minik kızını nasıl oldu da kaybettik, ölüm nasıl bir şey, nedenler, nasıllar arasında hayatla ilgili kafamızda bir dolu soru işareti var ve hala inanamıyoruz.

26 Ağustos 2011 Cuma

İstanbul'da bir tatil haftası ve doktor ziyaretleri

Bu haftayı Can'a ve kendime ayırdım. Ve dolayısıyla İstanbul'a. Çalışırken İstanbul'un güzelliklerini kaçırıyorum, sürekli telaşla bir yerlere yetişme arasında istediklerime vakit ayıramıyordum (ben de mi dediniz?) Yoğun olmadığım bu dönemde izin alıp 4 güne Canla 2 doktor randevusu, 2 arkadaş ziyareti, Bebek parkı, hamam sefası, alışveriş(ler), sahilde keyif ve bavul hazırlıklarını sığdırdık. Bir de fonda esintili bir yaz havası olunca, istemesem de yüzüme bir tebessüm yayılıyor.

Haftaiçi sabah 9'da yalnız başına hamamı açmak ne büyük keyifmiş. Ben burayı kapattım edasıyla yalnız başıma tavandaki minik pencerelerden gelen ışığı seyredip suyun sesini dinledim. Tam bu sırada hafta içini yaşayan başka insanların da olduğunu içeri girenlerle farkediverdim. Beşiktaş çarşısında hiç telaş olmadan yürüdüm, mağazalara girdim çıktım, kahvaltı yapanları seyrettim. Bebek'de arabamı hemencecik parkedebildim, Bebek parkının neden bu kadar revaçta olduğunu anlamama yardım eden arkadaşımla yine Bebek parkında vakit geçirdim. Başka bir gün Bahçeşehir'e gidip Alp'i gördük, o kadar tatlı olmuş ki! Can parkta oynadı, kuma yattı ve parkın hakkını vermek için biraz da kum yedi.

Bu yoğun gündem arasında Can'ın rutin kontrolü sırasında doktoru ağzının ne kadar kalabalık olduğunu hemen farkediverdi. Malum beyefendi muayene sırasında durmadan lilodopliduplud.... gibisinden cümleler kuruyordu. Suçiçeği aşısını olurken yine lavaboda köpük takdiğini kullandık. Kısa bir ağlamayla atlattık. Kilo almış olmasına rağmen tatilde kaybettiği kilolarla 10 kiloyu geçmişiz. Ama bugünkü gözdoktoru randevumuz o kadar güzel geçmedi. Doktoru, 11 aylık kontrolünde gözlerde farklı derecelerde astigmat olduğundan bahsetmişti. 6 ay sonraki bu muayenemizde göz damlasıyla daha detay inceleme yapılmak istendi. Gözdamlasınının gözlerini yakması yetmediği gibi 2 kez damlatmak gerekiyormuş. Sonrasında ise sabit durarak makineye kısaca bakmak gerekiyor. Bu yetişkin birine anlatılabilir ama küçük bir çocuğa değil! Zorla tekrarlanan tatsız damla deneyimleri sonrası bir makineye zorla baktırmak hiç de kolay olmadı. Damlalar boşa gitmesin diye mecburen zorla tutarak çığlıklar arasında doktorun tamam demesini bekledik. Buna alışkın olduğu her halinden belli doktor beni telkin etse de, Can ağlamaklı, ve çırpınmaktan terlemiş, üstüne üstlük tam olarak neticeyi alamamış halde çıktık muayeneden. Sonuç çok net olmamakla birlikte 1,25 civarı astigmat gözüküyor ki şu an yapılacak bir şey yok. Her şey yolunda, görüldüğü kadarıyla... Doktor, 2 göz arasında çok az bir fark olduğunu tahmin etti. Bir sonraki göz kontrolümüzü 2 yaş sonrası olarak not aldık. (2 yaşı cümle içinde kullanmak bile çok değişik geldi...)

Alışverişleri halledip, Can'ın doktor randevularını da tamamladığımıza göre bu akşam gönül rahatlığıyla bavullarımızı kapatabiliriz. Can farkında değil ama tatili özellikle de Canla tatili düşünmek bizi heyecanlandırıyor. Umarım her şey yolunda gider. Zuzucanla Toskana yorumlarını tatil sonrasına bırakıyorum ve geçtiğimiz haftasonundan Sapanca'dan birkaç foto ekliyorum.

Şimdiden iyi bayramlar!
Bahçe işleri
Bahçeden domates keyfi

Havuzda teknenin peşinde koşarken

19 Ağustos 2011 Cuma

Tatilden


Elmacı





Bebekler de bunalıma girer

Tatil dönüşü bebekler de bunalıma girer. 2 hafta boyunca çimlerde gezip, sudan çıkmayan çocuk bir anda yine 4 duvar arasına girince bunalmaya ve hırçınlaşmaya başladı. Hemen kapıya koşup açmaya çalışıyor, açılmayınca kızıyor, ev içinde odadan odaya geçiyordu ve sürekli söyleniyordu.

Bol bol Can'a  vakit ayırmaya çalışıyorum. İş çıkışı trafiğe kalmadan doooğru eve, mümkünse sahile iniyoruz, aşağıya yarım saatliğine hava almaya çıkıyoruz...
Şimdi keyfi yerinde, şehir hayatına alıştık.

14 Ağustos 2011 Pazar

Konuşma denemeleri

Güzel güneşli bir haftasonunda Canla gezmenizn tadını çıkardık. Ne yazık ki şimdi çalışmalıyım ama bloga karalamadan olmaz...

Tatil öncesi ve tatilde Zuzucan'ın konuşma çabalarından bahsetmiştim. Her şeyi anladığını, istediğimiz şeyleri harfiyen yerine getirmesinden ve oyun kartlarından söylenen objeyi bulup çıkarmasından farkediyorduk.  Son zamanlarda en çok kullandığı kelime ise "Dada!". Bilmediği sorulara verdiği joker bir cevap; Can elf dilinde "şey" anlamına geldiğini tahmin ediyoruz...

Bir de herşeye "anne" demeye başladı.  Parmak önde bir ayakkabıyı gösteriyor ve "anne", parmak önde ve bir çiçek gösteriliyor ve tabi ki "anne"... Her anne dediğinde bana bir şeyler gösterdiğini varsayıyorum. Yani anne-oğul lamba, elma, mama, dada arasında bir güzel anlaşıyoruz.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Dikili üzerine

Geçtiğimiz yıl Dikili günlerimizle ilgili yazamamıştım. Oysa Can 2-4 aylıkken 2 ay boyunca yazlıkta vakit geçirmiştik. 2 ay boyunca öğleden sonraları Can'ın ağlamaları sokağı inletmiş, bir komşunun kucağından öbürüne hoplamış, sabah serinliğinde terasta salıncakta uzun uykulara dalmıştı. Ben de non-stop süt arttırma çabalarında helva, semiz otu, su, süt ne bulursam yeme ve içme halindeydim. Her gün babamla yürüyüşe gitmesem ve Dikili pazarı olmasa yediklerimle ham,ilelik kilolarım üzerine herhalde 5 kilo alıp dönmüş olurdum. Eski kıyafetlerimi giydiğimde, kocacımın "bu şort sanki böyle durmuyordu" gibi talihsiz açıklamaları olmasına rağmen mutlu annenin keyfini hiçbir şey bozamaz. Bu şorta girebildim ya, duruşu farklı olsa ne çıkar! 

Öğrenciliğimden beri böyle uzun yazlık keyfi(!?) yapmamıştık. Gençliğimizde yapacak aktivite bulamamaktan sıkıldığımız Dikili, (yaş ilerleyince ama çok da ileri değil:) ve aile kalabalıklaşınca daha da keyifli oldu.

Dikili'de daha basit şeylerden mutlu olmaya başlıyorsunuz: Duru denizin içindeki çakıl taşlarını izleyerek kilometrelerce sahilde yürüyüş, güzel bir çakıl taşı bulmanın mutluluğu, Ayvalık tostu, portakallı sakızlı Roma dondurması, sahilde Midilli adasına doğru güneşin batışı, akşam esintisiyle burnuna gelen yasemin kokusu, babamın hazırladığı kahvaltılar, bahçeden meyve yemenin keyfi, komşudan gönderilen yeni pişmiş kurabiyenin kokusu... şehir hayatında ve çoğu tatilde unuttuğumuz şeylerle mutlu olmaya başladığın bir yer Dikili'deki yazlığımız.

Geçmişe göre çok kalabalıklaşsa da, kirlense de, sahildekileri tanımaz olsak da, profil oldukça değişse de mutlu olunacak şeyler bulmak mümkün. Hele aile sağlıkla bir aradaysa, bir de minik bebek aralarına katılırsa...

Tuvalet eğitimi ?

Tuvalet eğitimi deyince aklıma ilk haftalarda Zuzucan'ın altını değiştiremediğimiz dönemler geldi. Karnına dikkat etmeye çalışarak canını acıtırız korkusuyla yavaş yavaş, dakikalar süren bir süreçti. Hatta bazen altını değiştirirken uyuya kalıyordu. Şimdiyse alt değiştirme minderine yatırıp oyalamak için türlü türlü icatlar bulmaya çalışıyoruz (kitap, araba, tencere kapağı, kaşık, telefon ahizesi....vb). 1 dakikadan uzun sürerse kıvrılmaya başlayan tırtılı tutabilene aşkolsun.

Doktorumuz tuvalet eğitimi için acele etmememizi, bebeklerin 18 aydan sonra fizyolojik olarak hazır hale geldiklerinden bahsetmişti. Tracy Hogg ise, kendisinden beklendiği gibi, bambaşka bir yaklaşım sunarak 1 yaş öncesinde yavaş yavaş alıştırma turlarına başlanabileceğinden, yapılan istatistiklerde erken başlanan çocuklarda 1,5 yaşına kuru girenlerin sayısının fazlalığından bahsediyor. Acaba bebeklikten itibaren klozete götürülmekten bıkan çocuk, bırakın beni yalnız diye isyan ettiğinden mi başarılı sonuç alınmış bilemiyorum ama biz başlamadık.

Tuvalet eğitimine 18 aydan önce başlamayı düşünmediğim için bu konuyu çok araştırmadım ama son haftalarda Can'ın birkaç kez tuvaletini yaptığında bezini gösterip çekiştirdiğini farkettik. Bu hafta kaka mı yaptın sorusuna, kaka deyip bezini çekiştirerek yanıt verince, yavaş yavaş tuvalet eğitimine başlamaya  karar verdik. Deneyimlerini paylaşanlar olursa sevinirim.




Tatil sonrasında bir arkadaşımızın aldığı Fisherprice eğlenceli müzikli tuvaletle ilk denemelere başlamayı planlıyoruz.
Bakalım adı gibi eğlenceli olacak mı?

8 Ağustos 2011 Pazartesi

İşte en güzel dönemi!

Can 15 aydır büyürken herhalde çocukların/ bebeklerin en güzel dönemi bu olmalı diyorum. Bir ay diye geçiyor ve yine aynı şeyi söylüyorum. Şimdi konuşma çabaları içinde, evde paytak paytak (babasının deyimiyle güvercin gibi) yürürken, her söylediğimizi anlayıp, ağzımızdan her çıkan kelimeyi ve yüz ifademizi yorumlamaya çalışırken, kocaman insanlar gibi kızdığında kendini ifade ederken, kendi kendine şarkı mırıldanırken, çığlıklarla kovalamaca oynarken, kikir kikir gıdıklanırken, elini tutup seninle yanyana yürürken işte en güzel dönemi diye düşünüyorum!

Gelecek ay aynı şeyi söyleyebilirim. Ama napalım daha yeni yaşıyorum ve 16. ay hallerini daha yaşamadım ki!

Dikili tatili bitti

2 haftalık Dikili tatilimiz bitti ve İstanbul'a döndük. Her yeni (annemin deyimiyle görmemiş) anne-baba gibi Can'ın ilk yıldan başlayarak denizin ve bahçenin tadını daha uzun çıkarmasını istiyorduk. Ama Can arada hastalanınca ve yalnız başına bu afacanın enerjisine yetişmenin güçlüğünü görünce vazgeçtik.

Geçen yıl Can'ı salladığımız salıncakta bu yıl Can bizi salladı. 1 yılda her şeyin bu kadar hızlı geliştiği başka bir dönem var mı insan hayatında?

Tıpkı çocukluğumuzdaki gibi bir haftada yaramaz çocuklar gibi her yeri yara bere içindeydi. Şu güllerden kurtulsak tehlikeli olacak demeye kalmadan ilk gün kocaman bir gülün üzerine düşüp yüzü, eli çizildi. Sivrisinek ısırıkları, küçük morluklar, sıyırıklar derken bir haftada sokak çocuklarına döndü. Tatil öncesi doktordan birkaç ilaç tavsiyesi almak akıllıca. Bizim gibi acemi anne-babalar için yaralar ve sıyırıklar, sivrisinek ısırıkları, ateş, ishal vs için elinizin altında bir şeylerin bulunması ve tabi doktorunuzun bir telefon uzakta olduğunu bilmek rahatlatıcı oluyor.

14 aylık Can Bey 2 haftada çok yol katetti. Bu seferki Dikili günlerimizde şarkı söylemeye başladı. Arı vız vız'a eşlik edip ligiligiligi gibisinden sesler çıkarıyor. Kendi kendine anlaşılmaz şekilde durmadan konuşuyor (sanırım yine elfçe...) Loi loi loi diyerek şarkı söylüyor. Çok eğlenceli bir dönem gerçekten!

Amba (lamba), emba(elma) mutlaka parmakla gösterilip telafuz edilip teyid alınmadan yanından geçilmiyor. Dikili'de bahçenin her köşesinde yeşil elmalar, her adımda da birkaç lamba olduğu düşünülürse kısa bir yürüyüşte bile defalarca emba-amba konuşma egzersizi yapma şansı oldu. Merdivenleri korkuluklardan tutunarak yalnız başına çıkmaya başladı. Tabi bu arada gururla izleyici kitlesine bakmayı ve el sallayıp, öpücük yollamayı da ihmal etmedi.

Bol bol ağaçlardan elma topladı, denize girdi. Denize girerken ilk günkü sevinç çığlıkları sonraki günlerde kucağa tırmanma ve acıklı bakışlarla sonuçlanmaya başlayınca deniz konusunda çok zorlamadık. Aslında klasik bir Türk ailesi olarak çocuğun çığlıkları fonda olmak üzere "bişi olmaz, yüz evladım" diye zorla suya atmamız gerekirdi. Bunun yerine elinde kürek kumla dalgalar içinde oynamasını tercih ettik.

Deniz yanında günde 2 kez şişme havuzunda keyif yaptı. 14 aylık bir çocuğa küçük bir havuzun yeteceğini  düşünmüştük. Oysa her gün kullanıp, dizine kadar gelen suyun içinde hemen sıkılabileceğini düşünmedik. Mutlaka büyük bir havuz almak gerekirmiş. Çocuk ve su birleşiminden eğlencenin çıkmaması mümkün olmadığı için yine de keyifliydi.

Dikili'de tek kötü anımız Can'ın hastalanması, şiddetli kusma, ishal, yemek yiyememe arasında bir acemi anne olarak yaşadığım endişeydi. Sadece Can değil, sitede çok fazla benzer vaka olunca sudan ve denizden şüphelendik. 1 hafta nerdeyse günde sadece birkaç kaşık yedikten sonra İstanbul'a döndüğümüzde iştah atağı yaşamaya başladı. Bir omlet, etimek ve domatesi mideye indirdikten sonra pekmezli ekmekleri avuçlayarak yutması, biz şaşkınlıktan gözlerimize inanamazken poğaçalara bakıp verin diye ağlamalar...Tam bir iştah patlaması. Oturmaya başladığından itibaren yemek yedirirken oynattığımız hiçbir oyuna gerek kalmadan her şeyi yiyip bitirmesi, herhalde şimdi yemese açlıktan bayılacakmış dedirtiyor.

Can'a sürekli hayır demek hiç hoşuma gitmese de çocuklar için güvenli bir ortam olmadığı için iki hafta boyunca en çok kullandığım kelimeler arasında (elma-lamba gibi :) açık ara öndeydi. Çocuklar için her adımda, her elini uzattığı şeyde hayır denilmesi çok can sıkıcı olmalı. O nedenle mümkün olduğunca gereksiz eşyaları ortadan kaldırıp, merdivenlere ulaşmasını engelleyerek hayırları azaltmaya çalıştık. Sınırlamalar olsa da, bu sefer de İstanbul'da fazla yapamadığı tencereleri, kapaklarını yere vurarak dilediğince gürültü yapma şansı oldu. Ses hala kulaklarımda!

İtiraf ediyorum, 2,5 gün Çeşme'ye kaçtık. Yüzmek ve dilediğimiz saatte yatıp, uyanmak, istediğimizi istediğimiz anda yapabilmek çok iyi geldi. Yine de benim için uykuzluğun, istediğin gibi tatil yapamamanın en güzel ilacı, içtenlikle söylüyorum bu minik adamdan tek bir küçük öpücük...

15 Haziran 2011 Çarşamba

14 Haziran 2011 Salı

13. ay halleri

Bu ay gerçekten çok yenilikler var hayatımızda. Önce Can yürümeye başladı. Hem de emin adımlarla, kendini alkışlayarak. Bundan önemli havadis mi olur?! Önce birkaç adım, sonra biraz daha derken, bir gün eve geldiğimde koridordan salona, her yere... sanki hep yürüyormuş edasıyla dolaşırken buldum.

Diğer bir değişiklik de yeme alışkanlıkları. Düğün için Romanya'ya gittiğimizden beri ciddi anlamda iştahı kapalı. Her şeye sorgusuz ağzını açan bebek gitti, yerine yemek seçen, kafayı çeviren, hemencecik ağzından çıkaran bir çocuk geldi. Her zamanki gibi dişe yorduk:) Sonunda üstten 3 dişin yarıldığını gördük. Gerçi bu iştahsızlığın ne kadarı dişle ilgili yakında bu dönem geçince göreceğiz. Yediği sebzelerden, sabah bulamaçlarında sıkıldığını düşünmüştüm ilk ama değişiklikler yaptığımız halde eski steği yok. Bu iştahsızlıksırasında tam bir süt çocuğu oldu Can.

Başka güzel bir gelişme de kullandığı yeni kelimeler. Yani hep söylediği "püf"ü de kelimeden sayarsak, yeni kelimeler demek yanlış olmaz.

Çok net olarak anne demeye başladı. Hatta şöyle bir ses: Ann-ne! Sabah uyanınca yataktan seslendiğini duymaya başladık. Bunun dışında favori kelimeleri arasında lamba, babbaba, dedde, adda ve mama da var. Nasıl unuturum Le-le-le'yi! Sanki şarkı söylemeye başlayacak da bir türlü başlayamıyormuş gibi bir ses :) Arada Ayşe demeye çalıştığını düşünüyorum ama şimdilik ayde gibi bir ses çıkıyor. Dolayısıyla biz anne ve babayı  duydukça, Ayşe Ablası da aydeyi duydukça mutlu, mesut yaşıyoruz.

Tabi bu farkındalık ve konuşma alıştırmaları çok güzel. Ama bu sefer de ben dışarı çıkarken ilk kez mızmızlanmaya, dudağını bükmeye başladı. Güle oynaya defalarca el sallayarak evden ayrılırken, bu hafta ilk kez Ayşe Ablasıyla oynarken gidişimi görmesin diye kapıdan kaçtım. Hep alışkanlık kazandırmakla ilgili olduğunu düşünürdüm. Oysa hiç alıştırmadığım halde çocuk gelişimiyle birlikte bazı alışkanlıklar bıçak gibi değişiyor bana kalırsa. Şımarık ağlamalar, kucağa almamı istemeler birkaç gün içinde belirginleşmeye başladı. Bu davranışlar artık bir bebeğimiz değil de, bir çocuğumuz olduğunu farkettiriyor.

Sonra ilk berber ziyaretimiz var. Doğumgünü ve düğünler sonrası saçlarının daha fazla gözüne girmesine seyirci kalamayıp  berbere  gittik. Yaz sıcaklarının başlamasının ve anneannenin berbere gitmezsek, kendisinin keseceğini söylemesinin de etkisi oldu tabi. Can, saçı kesilirken dökülen tutamları şaşkınlıkla izledi, saç kıllarından bol bol kaşındı. Onunla birlikte ben de baştan aşağıya saç içinde kaldım.

Son ayda en önemli konularından bir de tabi ki düğün organizasyonlarıydı; Can'ın nasıl gideceği, ne giyeceği, ne yiyeceği, nerde kalacağı... Yol kısa olunca yolculuğumuz çok rahat geçti. Tabi muzur Can uçakta kucağımdan inmekle, öndeki koltuğu tekmelemek arasında gelip gittiği için rahatlık konusunda önümüzdeki yolcu ne düşündü bilemiyoruz. Ama Can şüphesiz düğünde çok sükse yaptı; kucaktan kucağa uçtu, çimlerde koştu, beyaz ceketiyle güzel pozlar verdi.
Bu da 13. ayımızdı...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

1. yaşgünü hatırası

İlk yaşgünü, büyük gün, koca bir yıl geçmiş! Yeni anne-babaların heyecanını şimdi daha iyi anlıyorum.

Öğleden sonra Can'ı önce uyutmak için, sonra da pastayı kesmek için uyanmasını beklememiz gerekti. Babamın bu pasta böyle durmaya devam edecek mi deyişine aldırmadan herkes Zuzucan'ı bekledi. İlk doğumgünü için anneanne ve dede Ankara'dan koşarak geldiler. Akrabalarımız, arkadaşlarımız bizi yalnız bırakmadı, çok sevindik.

Tüm aile ve yakın arkadaşlarımız pasta başındaki Can'a merakla bakarken, Can'ın şaşkınlıkla herkesi seyredişi, kocaman renkli bir pasta ve hemen dokunmalıyım hissi, sonra birden mumun yanışı, şaşkınlıkla bakarken bir alkış kopması, alkışa uyum sağlamak için bir çaba, etrafta çakan flaşlar...

Ege ve Mert'in ipoda telefon muamelesi yapması, Can'ın kuzenleriyle sarmaş dolaş olması, her yaptıklarını hayranlıkla izleyip onlara yetişmeye çalışması, Bebek İrem'in ziyarete gelmesi, Can'ın yeni arkadaşları Efe ve Alp'in daha annelerinin karnındayken bizi kutlamaya gelmeleri... İşte Can'ın doğumgünü.

Bizimle olan herkese çok çok teşekkürler!




Yürüyooor!

Can yürüyooor!

Bundan 3 gün önce yani geçtiğimiz Cuma günü, Can'ın yürüdüğü haberiyle ilgili bayağı bir telefon trafiği yaşadık. Sonunda birinci yaşını doldurmuş küçük beyimiz, ellerini koltuktan ayırıp salona doğru 5-6 adım atmış. Bu habere biz heyecanla ve merakla, anneannesi ise mutluluktan çığlık atarak karşılık verdi.

Düşe kalka ilerlediği bu dönemde onu çok korkutmamaya, yürürken de düşerken de kendimizi tutup çok heyecanlandırmamaya çalışıyoruz. En çok sevdiği şey önce ellerini bırakıp olduğu yerde el çırpmak, sonra dengesinden emin olunca hızlıca koşup karşısındakinin kucağına düşmek. Şimdi gözümde canlandı. Bir an önce eve gitmek istiyorum!

12 Mayıs 2011 Perşembe

Can 1 yaşında

Can, yarın 1 yaşını dolduracak. Sanki yıllardır birlikteymişiz gibi hissediyoruz. 1 yaşını doldurmadan önce son haftalardaki önemli ayrıntıları kaydetmek istedim.
- 2 haftadır ayakta kendi başına durabiliyor. Bir sabah işe gitmek için hazırlanırken, aynanın karşısına geçmiş elleri havada kendisini gururla seyrederken bulduk. Artık tek elinden tutup yanyana yürüyebiliyoruz:)
- Bu aralar Dada ve Adda en sevdiğimiz sesler. Ama aylardır ağzımızdan düşürmediğimiz "Disss" ve "Püff" de eksik olmuyor,
- Hala en küçük huysuzlukta "dişten mi acaba?" cümlesini kurmaya devam ediyoruz. Ama yine de 2 dişi ona çok yakışıyor.
- Can, asla yemeği reddedip bizi kırmıyor. Ama doyduğunda veya istemediğinde hiçbir şey olmamış gibi hepsini ağzından çıkarıveriyor. "Devam ederseniz sonucuna katlanın" mesajını alıp pes ediyoruz:)
- Çocuk görünce bakmaktan, gülümsemekten kendini alamıyor.

Tam bir yıl önce bu saatlerde Can karnımda uykuya dalıyordum...

Yeni bebekler

Bu sene de bebekler gelmeye devam ediyor! Dört gözle bekliyorum. Canım arkadaşımın bir kızı oldu. Ben hala göremedim ama merakla Ankara'ya gitmeyi umuyorum.
Hamile günlerimi hatırlayınca yüzümde bir gülümseme oluşuyor ve bir kez daha heyecanlanıyorum. Girdiğim mağazalarda bebek kıyafetlerini almamak için kendimi zor tutuyorum. 10. ay sonrası bebeklik kalmıyor.

Pastamız Burçin Birdane'nin sitesinde de yerini aldı



Alp'i heyecanla beklerken Şehri'ye sürpriz bir parti yaptık. Anne de, ev sahibemiz de, pasta da, hediyeler de çok güzeldi. Bekleyişimizi bloga kaydetmeden geçemezdim...

27 Nisan 2011 Çarşamba

Viyana - ilk kaçamak



Schönbrunn
  Can olmadan ilk tatili yazmadan olmazdı, unutmadan eklemeliyim. Doğumgünüm nedeniyle 2 günlük bir kaçamak yapıp 9-10 Nisan'da Viyana'ya gittik. Can'dan ilk kez ayrıldığımız ve çok da içimize sinmediği için için bir gece kalmaya karar verdik. Uçak saatleri o kadar güzeldi ki çok uykusuz kalmadan sabah 10.30'da otelimize eşyalarımızı bırakmış, Viyana'nın ortasındaydık. Gerçekten ortasındaydık çünkü DO&CO oteli St Stephans meydanında yer alıyordu.

Hiç ummadığımız şekilde Viyana İstanbul'dan çok daha sıcaktı ve nerdeyse güneş üzerimizden hiç eksik olmadı. İlk Viyana ziyaretimizde herşeyi 2 güne sığdırmayı beklemiyorduk. Dolayısıyla yorulmadan keyifli bir hafta sonu geçirdik.

Cumartesi günü St Stephansdom sonrası Schönbrunn'da faytonla gezdik, paskalya öncesi kurulan markette rengarenk süslemeler arasında yürüyüş yaptık, Landmann Cafe'de öğle yemek yedik, alışveriş yaptık (tabi ki küçük beye). Akşam yemeğini Bitzinger Augustinerkeller'de yedikten sonra çok keyifli gözükse de otelin barında müzik dinleyemeyecek kadar yorgunduk. Pazar sabahı 6'da kalmadık :) Otelde manzaralı olduğu kadar lezzetli ve güneşli bir kahvaltı yaptık. Yürüyerek Sanat Müzesi'ne (Kuntsthistoriches museum) gittik. Bruegel'in tablolarına bayıldık. Demel'de kahve ve tatlı keyfi, Figlmuller'de schnitzel. Ne yazık ki mağazalar, Pazar günü kapalı olunca yürümekten yorulup çok vakit geçirmeden havaalanına geçtik.  Mutlaka daha fazla turistik mekan görebilirdik ama şehri rahat rahat gezebildiğimiz çok keyifli bir haftasonu oldu. Klimt eserlerini görme planımız başka bir ziyarete kaldı.

Ama Can'ı çok özledik!


Can'ın 11-12. ay halleri

Kaç kaç kaç oynarken...
İş yoğunlaştıkça yazmayı iyice boşverdim. Kutu kutu hayatlarımız devam ediyor ama yazmaya fırsat olmuyor. Eve gelince ancak Canla oyun (uyumamışsa), yemek, Kaanla biraz sohbet derken uyku saatimiz geliyor.

Baktım da en son diş buğdayını yazmışım. Ne tesadüf, değişen bir şey yok diş tarafında. 1 yaşımıza 2 hafta kaldığı halde Can'ın yeni dişi çıkmadı. Alttaki 2 dişini göstererek gülmesine bayılıyorum. Bir süredir belli ki dişleri kaşınıyor. Yürümeye çalışırken parmaklarımızdan koltuk kenarlarına kadar gördüğü her şeyi ısırmasından belli!

Son haftalarda her ne kadar elinden tutmadan yürüyemese de bayağı denge kazandı. Artık hafifçe elinden tutmamız yeterli oluyor. Her türlü sofra yemeğini yiyor, değişik meyveleri deniyor. Tabi bu denemeler sırasında yüzünde ufak alerjiler de oluşmuyor değil. Doktorumuz bu ufak alerjileri çok önemsememek gerektiğini, asıl alerjinin tüm vücuda yaygın oluştuğunundan bahsetti. Aksi takdirde bebeklerin hiçbir şey yiyemeyeceğini söyleyince biz de rahatlayıp domatesten çileğe en korkulan meyve ve sebzeleri denemeye devam ediyoruz.

Hayatımızda başka yenilikler de var. Örneğin öpücüğe kocaman bir öpücük sesiyle karşılık veriyor, beni işe el sallayarak uğurluyor, mamaaa diye ağlıyor. Yurtdışında yaşasak anne dedi diye sevinmem gerekirdi herhalde:) Ama gerçekten mama veya yemek istediğini farkedince sevincim kursağımda kaldı. Anne, daha çok da annemle vakit geçirmesi nedeniyle anneanne'ye benzer kelimeler duyuyorduk. Ama son haftalarda çok anlaşılır kelimeler çıkmıyor. Pardon, benim oğlum Elf dili konuşuyor. Evde her geçen gün artan arabalarıyla oynamaktan hoşlanıyor. Babası gibi araba merakı şimdiden başlıyor galiba.

Bu aralar çekmeceleri karıştırmak, her gördüğü deliğe parmak sokmak (konuşan kişinin burun deliğinden elektrik prizine...), kovalamaca oynamak, hareket eden her şeye tutunmaya çalışmak en sevdiğimiz aktivitelerimizden. Doktorundan ev emniyetiyle ilgili bilgilerin gelmesi boşuna değilmiş!

23 Mart 2011 Çarşamba

Sonunda Diş Buğdayı ve 10. ay halleri

Diş Buğdayı için cupcakelerimiz... Duyduk duymadık demeyin, Can'ın dişi çıktı!

Can'ın ilk dişi çıkmaya başladığından beri her haftasonu Diş Buğdayı planı yapıp sonra biraz daha görünsün şu pirinçler diye düşünüp erteliyorduk. Sonunda bu 2 minik dişi daha fazla bekletmeyip 5 Mart'da tüm aile efradı ve arkadaşlarla Diş Buğdayı kutlamamızı yaptık.

Diş Buğdayı'nın yapılışıyla ilgili farklı tarifler buldum. Yine anneler en iyisini biliyor; babaannenin pişirdiği diş buğdayı çok lezzetliydi. Bu tarif de babaaanneden:
Buğdaylar bir gece önce suya konulur. Çok açılmadan ve yumuşamadan pişirilmesi için düdüklü yerine tencere kullanılır. Piştikten sonra yenilmesine yakın çok tatlandırmayacak kadar az miktarda toz şeker, fındık, antep fıstığı, nar ve özellikle kuru meyve şekerlemesi (Malatya Pazarı'ndan bulunabilir) ile karıştırılır. Çok güzel olur, afiyetle yenir.

Can, Diş Buğdayı'nda bütün gün müzik çalıp dansetti (popo oynattı), emekleyip emeklememe konusunda her zamanki gibi kararsız kaldı, kucaktan kucağa gezdi, kuzenleriyle oynadı ve meslek seçimini yaptı! Önüne koyduğumuz eşyalardan önce makası seçti (turuncu olmasının etkisi oldu tabi), sonra hesap makinesini. Hadi bir şans daha verelim dedik, bu kez bateri bagetlerini aldı:)Yani bizimki ya terzi olacak ya muhasebeci, hobi olarak da müzikle ilgilenecek...?!

Diş buğdayının ertesi günü bir de baktık emeklemektense yürümeye meraklı küçük adam, emeklemeye başlamış. Artık küçük oğlumuz evde kendi başına dolaşıyor, istediğinde tutunup ayağa kalkıyor, bol bol bağırıyor, seslerimizi taklit ediyor. Hareketli günler bizi bekliyor.

Haftasonu tatili sonrası- Şubat

Bir süredir blogspot kapalı olunca yazacaklar çok birikti. Öncelikle, haftasonu tatilimiz sonrası Şubat sonunda aldığım notu yazmak istedim. Onun dışında bu ay çok aşamalar katetti Can Bey...

Haftasonumuz güzel geçti ama yine kar göremedik. Cumartesi gecesi yağar gibi yapıp durdu. Can, herkese gülücükler saçtı, bizi yine eğlendirdi. Hatta odaya çekildi kendi başına sabaha kadar uyudu! Bazı bebekler yanında birileri olmadan uyumuyor, Can ise yalnız kalmadan uyumayanlardan. Dolayısıyla uyumasını beklerken bile banyoda saklanmam gerekti.

Hiç telsiz kullanmadığımız için ve saat 8'de de odaya çekilemediğimiz için ne yapsak diye düşünüp çözümü telefonla Can'a bağlanmakta bulduk. 2 saatlik telefon bağlantısı ve hemen yan odada olmasına rağmen 15 dakikada bir odaya ziyaretlerimiz sırasında hiç kıpırdamadan uyudu. Sanırım dağ havası çarptı!

Her ne kadar otel sahiplerine bizi ilk gün soğukta bıraktıkları, şikayet etmemize rağmen kayıtsız kaldıkları ve bana pimpirikli anne muamelesi yaptıkları için çok kızmış olsak da, bizim için değişiklik oldu. Yeri gelmişken Villa Neva'yı kesinlikle bebekli veya küçük çocuklu ailelere tavsiye etmiyorum. Mama sandalyesini yer kaplayıcı bir gereç olarak gördükleri, oda 20 dereceyken çok sıcak olduğunu iddia etmeleri (normal değilmiş ki ertesi gün ısı 23'e çıkıverdi), herkes gelene kadar bizim için şömine yakma inceliğini göstermedikleri, vs vs nedenleriyle... Ama gün boyu kayacak ve çay saatinde otele geri dönecek gruplar için bir seçenek olabilir.

Zuzu Canla bu tatilimiz de huzurlu geçti. İlk 10 ay bebekli tatilleri herkese öneriyorum. Can, tatil sonrası 10. ay dönümüne yakın çok hareketlendi ve kucakta fıkır fıkır bir adam oldu. Sanırım bundan sonraki gezilerimiz bu kadar kolay olmayacak :)

23 Şubat 2011 Çarşamba

Ah bu adam...

Can, yürüyememesine rağmen bu aralar hareketin doruklarında. Emeklemek de zoruna geldiği için biraz popo üstü hareketleri sonrası mızırdanıp yürütülmek istiyor. Koşar adım yürürken o minicik adımlarına yetişmek zor olabiliyor! Haftasonu Bolu'ya gidiyoruz. Bakalım bundan önceki tatillerimiz kadar rahat ve keyifli geçecek mi?
Kaan 9 günlük San Francisco seyahati sonrası Can'ı çok büyümüş ve hareketlenmiş buldu.
Bu aralar Can,
- Hep kalkmak ve yürümek istiyor, yatağının korkuluklarına tutunup yatağında yürüyor,
- Yemek sandalyesinde fıkır fıkır oynuyor, hala elinden her şeyi atıp uzun uzun arkadasından bakıyor,
- Arabasına binip ayaklarıyla ilerliyor,
- Çığlıklar atıyor, sesi bizi bile şaşırtıyor

9. ay kontrolüne biraz gecikmeli gittik. Doktoru, Gülşah Hanım, bu aydan itibaren her şeyi yiyebileceğini, sofra yemeklerine başlayabileceğini söylemiş.Tabi baharatsız, tuzsuz, şekersiz. Artık beyaz peynir, yumurta sarısı, Etimek'den bunalmış küçük bey sabah kahvaltısında artık krepler, sütlü omletler yiyebilecekmiş.

Bu kıpır kıpır adamı gün içinde o kadar çok özlüyorum ki!

30 Ocak 2011 Pazar

Bu da gecikmeli bir video. 2 Ocak'da kuziler Ege ve Mert'in 2. yaşlarını kutladık. Kuzenler kocaman oldular, konuşmaya başladılar! Doğumgünlerinde Can ilk kez balonla tanıştı. Kendisi eğlendi ama bizi de çok eğlendirdi.
Doğumgünü çocukları Ege ve Mertle kitap keyfi

Mohini kapanıyor...



Mohini birkaç gün içinde kapanıyormuş. Bilmeyenler için Mohini, Etiler'de çocuklara özel bir alışveriş merkeziydi. Küçük olmasına rağmen etrafa yayılmış Wileri görmek çok hoşuma gitmişti.
Mohini Tayga Toys'da nakit ödemelere %50 indirim varmış. Bundan faydalanıp babası Can'a ilk arabasını ve daha pek çok ahşap oyuncak almış.Tayga toys'da Radio Flyer ve Plan Toys gibi markalar var. Duyduk duymak demeyin!

http://www.plantoys.com/home.php
http://www.radioflyer.com/
http://www.taygatoys.com/

26 Ocak 2011 Çarşamba

UB40 ve Nostalcik haftasonu

Yazmayalı çok oldu. Ama yazamıyorum ki, bir yandan uykusuzluk, bir yandan iş yetiştirme telaşı, sabah erken uyanma, Zuzu Can'ın gece uyanmaları... Yok yok şikayet etmiyorum ama hem tempolu çalışmak, hem bebek zormuş. Allah uzun mesai çalışmak zorunda kalan annelere kolaylık versin:)

Haftasonu çalışarak geçse de, güzel bir haftasonuydu. UB40 konseri çok keyifliydi. Aylar sonra kana karışan alkolün de etkisi vardır muhakkak ama tüm şarkılara eşlik etmek, yıllar öncesine dönmek, itiş kakış yaşamadan güzel bir gece geçirmek çoook iyi geldi. Malum yaş ortalaması yüksekti. Biz de yaşlanmışız demek. It's impossible, Kingston Town vs. vs hepsine eşlik ettik, Ali Campbell'i Music&Lyrics filmindeki Hugh Grant'e benzetsek de yine de ses yerindeydi.

Red red wine işte burada! Ama Kaan dansedince biraz hareketli olmuş...

Asıl aktivite ise Can Luca'yla tanışmamızdı. Minik adamı çooook sevdik! Resimlere bakınca neden birlikte oğluşlarla daha güzel fotolar çekmemişiz  diye hayıflandım. Burçak, Hande, Hande, Alp Abisi ve Canlar... Ama muhabbetten insanın aklına gelmiyor ki!

İlk tanışmalarında ilk önce Can bir hamle yaparak, Can Luca'nın yüzüne dokunmaya çalıştı, sonra da Can Luca. Sonra yanyana oturup birbirlerinin ayaklarına dokunmaya başladılar. Sanki aralarında 15 gün olması, aynı hareketleri yapmalarını gerektirirmiş gibi... Can karın üstü yatmaya karşı olduğu için oturdu, Can Luca ise Hande'nin tanımıyla tam bir komando gibi salonda gezinmeye başladı. Birkaç foto koymak için yarını beklemek gerekecek. Antonello'nun İtalyanca tezahuratlarına Can, "ne demek istiyorsun?" dercesine baktı ( Türkçeleri anlıyor ya!), Alp çok güzel resimler çizdi, Can Luca yeni öğrendiği "tel sarar" hareketini yaparken, bizimki de "el çırpar" hareketini yaptı. Yazarken bile güldürüyor bu hareketler beni.

Yine buluşmalıyız! Bakalım bir sonraki buluşmada yürüyecekler mi?

9 Ocak 2011 Pazar

Hastalık bitti, bitiyor

 
Bu aralar Can,
- Hastalığı atlatmaya çalışıyor. Belki boğazından, belki de dişlerinden dolayı hiç iştahı yok. Mama içmek dışında hiçbir yiyeceğe ilgisi yok,
- Yemek masasına oturup herşeyi defalarca yere atıp, nereye gitti dercesine arkasından uzun uzun bakıyor,
- Sallanan zürafasına binip, artık kendisi sallanıyor,
- El çırpıyor!

Kuzen Can, 5. ayımızda bir çekim yapmıştı. Aylar geçti, ancak buluşup fotoğrafları alabildik. Eğlenceli çekimimizden bir fotoğraf eklemek istedim. Eminim Can, daha üzerlerinde çalışmak gerektiğini söyleyecek. Ama biz çok beğendik, ellerine sağlık!

6 Ocak 2011 Perşembe

İlk Hastalık ve İlk Diş

Ne zamandır yazacaklar birikti. Yeni yıl, kuzenlerin doğumgünü, dream feed'in son bulması, Görkem dayısının ziyareti, sandalyede yemek yemeye başlamanın dayanılmaz hafifliği ... vs vs. Ama Zuzu Can'ın hastalığı hiçbirini yazamaya fırsat vermedi.

İlk hastalığımız son 2 haftadır peşimizi bırakmadı. Önce göğsünden gelen öksürük ve burun tıkanıklığı Can'ı da bizi de biraz uykusuz bıraktı. Ekspektoran şurup, burun damlası, serum fizyolojik farketmedi, hepsine karşı fobi oluşturdu, almayı reddetti. Hastane ziyaretinde nebulizatörün burnunu rahatlattığını görünce, eve bir tane alıp burun damlasını nebulizatörle soğuk buhar şeklinde vermeye başladık. Burnuna soğuk hava üflenmesi çok hoşuna gitti.

Tam öksürüğü ve burun tıkanıklığı azalıyor derken bu sefer de boğazı iltihaplanmış. Dolayısıyla, son 3 gündür yüksek ateşini düşürmeye çalışıyoruz. Fitil fayda etmediği için ılık suyla banyo, soğuk bezlerle kompres, Ibufen şurupla kimi zaman 39,5 dereceyi geçen ateşini kontrol altında tutmaya çabalıyoruz. Bu arada bu kadar sık ateş ölçtüğümüz halde güvenilir bulmadığımız için kulaktan ateş ölçmeyi bıraktık. Braun Thermoscan'i ileriki yaşlarda kullanmak üzere kaldırdık. Kolatından daha güvenilir sonuç alınıyor. Ne varsa eski cıvalı ateş ölçerlerde desek de artık onlardan bulmak da pek mümkün değil. Yerlerini dijitaller almış.

Acil olarak gittiğimiz ilk hastanede doktor röntgen, kan tahlili, serum için damarı açamaya varan türlü tetkikler ve tedaviler isteyince soluğu kendi doktorumuzda aldık. Hani insan kendi kulağıyla duymasa 7,5 aylık bir çocuktan gerekmediği halde istenenlere inanamıyor. Doktorumuz, geçmişini de bildiği için aslında iyileşme olduğunu, bu arada yeni bir virüs aldığını farklı bir tedaviye başlayacağımızı söyledi. Buradan da kıssadan hisse tanıdığınız, güvendiğiniz, gerektiğinde telefonla ulaşabileceğiniz bir doktorunuzun olmasının önemini anladık.

Muayene sırasında babaaanesi küçük beyin ilk dişinin de çıkmaya başladığını farketti. Böylece yorgun geçen son 2 haftanın sonunda müjdeli bir haberimiz oldu. Diş çıkarken ateş yaparmış ama en çok 38,3'e ulaşırmış. Ateşinin dişle ilgisi olmadığını da teyid etmiş olduk. Umarız bu gece ateşimiz yükselmez, iyi geceler Canikom!
Geceleri ateşliyken gülmek zordu ama eksik olmasın Zuzu Can...