Ailemin kutu kutu hayatları var bu blogda. Keyif aldığımız yemek, gezi, kitap, annelik... hakkında herşeyden biraz.

28 Aralık 2012 Cuma

2,5 yaşında neler neler?


2-2,5 yaş arasında dönüm noktası gelişmeleri arka arkaya yaşadık. Yazmaya başladığım notları ben toparlayana kadar minik Can 2,5 yaşını geçti bile. Yazmayı daha fazla geciktirmeden işte bizim hanede yaşananlar:

Tuvalet eğitimi:
Yazın tuvalet eğitiminin daha kolay olduğu söylenir. Hem yazın altı açık geçmesinin daha rahat olması, hem de sıcakta bezin çocukları rahatsız etmeye başlayacağı varsayılıyor. Bu nedenle 2 yaşı doldurduktan sonra bizim de umudumuz yazlık günlerinde tuvalet eğitiminin rahat bir geçişle tamamlanacağı yönündeydi. Daha önce 18 aylıkken tuvalete koşmaya başlamışken, bir anda klozetle bir soğukluk girmişti aralarında. Görüştüğümüz uzman yaş olarak henüz çok erken olduğunu muhtemelen 2-2,5 yaş civarında tuvalet eğitiminin daha sağlıklı olduğundan bahsetmişti.  Bizim minik adam, alınan renkli lazımlıklara veya adaptörlere karşın yazlıkta lazımlığa oturmak istemedi.
Zorlamak veya bu olayı çok övmemek gerektiğini bildiğimiz için üzerine düşmedik.

Eylül ayında, (yani 2 yaş 4 ay) daha çok annemin tutarlı çabasıyla önce bezi çıkarıp gündüzleri külota geçtik. Gün içinde çok fazla kaza yaşamakla beraber neredeyse bir hafta içinde ihtiyacı olduğunda lazımlığa koşmaya başladı. Kendi başına pantalonunu ve külodunu indirmeyi öğrettik ve yalnız başına başarıyor olmak sanki onu daha çok motive etti.

Haftaiçi evde oldukça başarılı bir geçiş yaşamakla beraber ilk haftalar haftasonu ve akşamları beze devam ettik. Ancak, geceleri kimi zaman bezin boş olduğunu farkettiğimiz için ve haftasonları sürekli dışarda olmakla beraber tutarlılığı sağlamak gerektiğini düşündüğümüz için birkaç hafta sonra tamamen bezi bir kenara bıraktık. Dışarı çıkarken yanımıza bol bol yedek külod ve pantalon aldık:) Neyse ki çok nadir gerekti.

Yatak rutinine gece dişleri fırçalamadan önce tuvalete girmeyi de ekledik. Buna ikna edemediğimiz zamanlarda mutlaka kaza yaşadık. Ama itiraf etmeliyim ki bu kadar hızlı bir geçiş beklemiyordum.

Tracy Hogg daha erken dönemde tuvalet eğitimini öneriyor. Sıvı tüketimini belli zamanlarla kısıtlamak, yemek sonrası veya sıvı tüketiminden yaklaşık 20 dakika sonrasında klozete oturtmak gibi önerileri var. Bunlar da denenebilir. Sonuçta bizim neslin çoğunda tuvalet eğitiminin 1-1,5 yaşında bile tamamlandığından bahsediliyor. Yeni trend ise koşullamaktan ziyade, 2-2,5 yaşına kadar beklemek ve  çok zorlamadan yönlendirmek.

Böylece, hayatımıza günde yüz kez sorduğumuz şu soru eklendi: "Çiş var mı, tuvalete gidelim mi?..." Oyuna daldığı için kimi zaman hatırlatmak gerekiyor. Yine de evin hamilesi olarak, tuvaleti benim daha çok ziyaret ettiğim bir gerçek.

Yatak korkuluklarına veda:
Yine 2,5 yaşına doğru birkaç gece üst üste Can'ın yatak korkuluğunun yukarıya kaldırılmasına şiddetle tepki gösterdiğini farkettik. Muhtemelen kendini bir anda kilitleniyormuş gibi hissetmeye başladı ve uyumak yerine hemen ayağa kalkıp, beni çıkarın burdan, neden kapatıyorsunuz gibi insanın içini parçalayıcı cümleler sarfetmeye başladı.
Korkulukları indirince rahatlayıp uykusuna geri döndü. Tam bu sıralarda tuvalet eğitimini tamamladığımız için biz de sabahları ihtiyaç duyduğunda tuvalete gidebilsin istiyorduk. Böylece yatak korkuluklarını kaldırmayı bıraktık. Sadece uykuya daldıktan sonra hafifçe düşmeyeceği şekilde korkuluğu yükseltip bırakmaya başladık. Çünkü hala uykusunda taklalar atmaya devam ediyor.

Bu aşamayla birlikte sürekli yatağından kalkan, uyku saatinde tekrar tekrar yatırmak gereken bir minnomuz oldu. Uyku rutinine bir de yatmaya ikna sürecini ekledik. Geceleri kalkıp istediğinde yatağımıza kıvrılmaya çalışmaları da cabası.

Neden, neden, neden...:
Bir gün ansızın neden soruları başladı. Örneğin şöyle konuşmalarımız sıklıkla yaşanıyor:
- Neden baba kornaya bastı?
- Çünkü gelen arabayı uyarmak istedi.
- Nedeen uyarmak istedi?
- Çünkü hızlı geliyordu, kaza olabilirdi.
- Neden kaza olabilirdi?
- Çünkü...
- Nedeeen?
- Ne neden Can?
- Ne neden?

Taklitçi:
Artık her cümleyi yerli yerinde kullanıyor. Can'dan bir şey duyduğumuzda birimizin ağzından dökülmüş olduğu şüphesiz bir cümle veya bir tepkiyle karşılaşıyoruz. Son zamanlarda ağzından dökülen "süper yaa!" kimden miras bilemiyoruz.

En çok kullandığı cümleler ise istersenle başlayanlar:
"İstersen bir deniyim... istersen sen de gel... istersen yatağınıza gelmeyi bi deniyim:)..."

Can'a öğüt: "İstersen bunu paylaşalım"
Can: "İstersen paylaşmayalım..."

Olmayan "r":
Hani küçük çocukları taklit ederken r'ler yumuşatılarak konuşulur. Can, konuşmaya başladı dediğimiz anda "r"lerin yok olduğunu farkettik.
İstiom yerini istiyoyum'a bıraktı.
Geliyoyuuuum!

Basamaklar:
Herşeyi kendi kendine yapmaya başlamasıyla büyüklere tasarlanmış dünyamızı, 2,5 yaşına uyarlamaya çalışırken basamaklar imdadımıza yetişiyor. Ikea'nın boy boy basamaklarından banyoda adım atacak yer kalmadı. Bir tane lavaboya yetişmek için, diğeri klozete yetişmek için.  Küçük sandalyesi odada elektriği defalarca açıp kapatması ve uyumaması için. Bizi en zorlayan basamak bu; dolayısıyla uyku saatine doğru bir anda ortadan kayboluveriyor. (magic!)

Mutfaktaki sandalyeler sürekli tezgahın yanına çekiliyor. Kimi zaman yumurta çırpmak, bulaşık yıkamak veya baharatları karıştırmak için.

30 Kasım 2012 Cuma

Bu haftasonu ne yapsak

İstanbul'da geçtiğimiz bahardan itibaren gezdiğimiz ve çok keyifli olduğunu düşündüğümüz birkaç yeri paylaşmak istiyorum. Can biraz daha büyünce tekrar gitmek için not aldık:

1) Rahmi Koç Müzesi: Can mı daha çok beğendi, ben mi bilemiyorum. Ama trenler, uçaklar, vapur, klasik otomobiller, yelkenliler arasında gezmenin o zaman 2 yaşında olan Can'dan 33 yaşında bana kadar herkesi etkileyebileceğini düşünüyorum. Sergi alanlarının büyük kısmı dışarıda olduğu için soğuk havada  veya yağmurlu havada gezmek pek keyifli olmayacaktır.

2) Gökmen's Ranch Binicilik Tesisleri: Arkadaşlarımızın kahvaltı daveti için gittiğimiz çiftlikte 3 yaşından üyük çocuklar ata binebiliyorlar veya binicilik dersi alabiliyorlar. Atların yanısıra çeşitli hayvanların bulunduğu kocaman bir çiftlik. Can, onca tavuk, tavşan, keçi, inek, at arasında daha  ziyade traktörlerle ilgilendi.
http://www.gocmenranch.com/

3) Faruk Yalçın Hayvanat Bahçesi (Darıca) : Gerçekten düşük beklentiyle gitmiştim. Oysa gerçekten güzel bir hayvanat bahçesiymiş. Can için biraz erken miydi, yoksa o gün konsantrasyon güçlüğü mü çekiyordu bilemiyoruz. Ama bizim gezimiz hayvanat bahçesi yollarında Can önde biz arkada koşarak geçti. Sadece akvaryum bölümü ilgisini çekti. Biraz daha büyüdüğünde tekrar gitmek ve girişte bir rehber yardımına başvurmak için not aldık.  Ayrıca, içerde trenle gezme imkanı da varmış.
http://www.farukyalcinzoo.com/

4) İstanbul Akvaryum (Florya):  Çok dinledik, bizim çocukların çok ilgisini çekmiş. Florya'daki akvaryuma gitmek istiyoruz. 
http://www.istanbulakvaryum.com/tr-TR/galeri

29 Kasım 2012 Perşembe

2. hamilelik üzerine


22. haftamız doldu, minik kızımızı bekliyoruz. Bekliyoruz ama 2. hamilelikte ilk hamilelikteki nazlı niyazlı hal olamıyormuş. Can'a hamileyken de hiç sıkıntım olmamıştı ve iş koşturmacasından çoğu kez gün içinde hamile olduğumu unutmuştum. Kaan'ın, ailemin ve arkadaşlarımın ilgisi ve sevgisi sayesinde çok mutlu bir hamilelik geçirmiştim.

Diğer taraftan 2. hamilelikle ilgili şimdiye kadar yaşadıklarımda bazı farklılıklar da var. Yine iş seyahatleri derken gün içinde hamilelik aklıma gelmiyor. Yenilik olarak eve geldiğimde de Canla boğuşma, yatak üzerinde zıplama, sonrasında yatak rutini arasında Can'ı yatmaya ikna turları arasında naza veya dinlenmeye vakit yok.

İlk aylar ağır kaldırmamaya dikkat etmiştim ama  evde sürekli mücadele veren, kafa tutan, kimi zaman kucağa alınmayı bekleyen 2,5 yaşında bir ufaklık varken onu kaldırmamak mümkün değil. Can'a hamileyken evde bebek Ege ve Mert'i  bile kaldırmama izin olmadığı düşünülünce gülünç geliyor.

Şimdiye kadar benden bazı istatistikler:
23. haftaya kadar yaklaşık 3 kilo almışım.
19.haftadan itibaren göbeğimin şahane çıkışıyla iş için hamile pantalonlarıma geçiş yaptım. Evdeki stoklarım hemen ortaya çıktı. İlk hamilelikte yaşadığım ne giyicem krizine girmedim. Diğer taraftan benim için en faydalı hamile kıyafeti "belly belt" ile haftasonunda pantalonlarım ve kotlarım hala benimle.
17. haftanın bitişinden itibaren karnımda çok sık kızımızın hareketlerini hissediyorum. Minik, Zuzucan'a göre çok daha sık hareket ediyor, hatta kıpır kıpır diyebilirim.
Son haftalarda adımımı attığım anda karnıma kramp ağrısına benzer bir ağrı saplanıyor. Doktoruma dalak ağrısına benzer dediğimde gülerek dalağın sağda olmadığını söylemişti. Doktor olunca benzetmeler bile gülünç geliyor olmalı:) Ultrasonda görünürde bir sorun olmamakla birlikte, bazen kısa mesafelerde bile yürüyüşüme ara vermeme neden olabiliyor.

Ne kadar mutlu ve keyifli bir hamilelik geçirilse de vücudun başkalaşması, farklı bir varlığa (ki ben gerçekten bu dönemle birlikte bebek doğduktan sonra da insanüstü bir varlığa dönüştüğüne inanıyorum) dönüşmesi sürecinde bazen şaşkınlıkla bunalım arasında gelip gittiğiniz bir dönem de yaşanıyor. Yani en azından ben yaşamıştım. 2. hamilelikte ise bu değişim, zaten beklediğiniz bir gelişme olduğu için bu aşamayı atladığımı düşünüyorum.

İçsel yaşananlar bir tarafa, çevrenizdekilerin tepkisi de, ilgisi de 2. hamilelikte daha farklı. Hani şimdiye kadar benim hamileliğe vaktim olmaması yetmiyormuş gibi aile efradı dahil herkesin hamileliğiniz dışında konuşacak konuları biraraya toplanmış gibi. Tabi evdeki bücürün nasıl olduğu, uyuması, yemeği, her gün söyledikleri şu an daha çok ilgi topluyor. İlk hamilelikte sanki dünyadaki tek hamile bendim de, ikincide sanki her gün hamile kalıyormuşum gibi bir algı mı oluşuyor acaba?

İlk hamilelikte konuşulan konular belli: bebeğin ismi ne olacak, yatağı, odası nasıl olacak, bebek şekeri, alınacaklar listesi, markaları, puset krizi.... vs derken akşamları dolduracak ve araştırılacak pek çok konu vardı.  Hele oda ve puset seçimi için epey bir akşam saatlerimizi harcamıştık.  Şimdi ise bu konulara hazır olduğumuz için evde alternatifler mevcut veya araştırmadan neye ihtiyacımız olduğunun farkında olarak hemen tamamlayabileceğimi düşünüyorum. Oda konusunda ise Can'ın odasına ve eşyalarına hiç dokunmamaya karar verdik. Her ne kadar büyüdüğü için ona daha güzel seçenekler sunacak olsak da, doğum sonrası onun hayatında olacak değişiklikler arasında bir de odasında değişikliklerle bunaltmak istemiyoruz.

İlk hamilelikte okunulan kitaplar, hamilelik üzerine veya bebek bakımı üzerineyken şu sıralar büyüyen çocukla iletişim, kardeş fikrine alıştırma ve sonrasıyla ilgili kafa yoruyorum. Hatta ailecek ilk konuştuğumuz konu Can'a minik bir kardeşi olacağı nasıl söylenecek oldu. Bu konuda son olarak bir pedagoga danışmaya karar verdik. Şimdilik kardeş konusunu işleyen hikaye kitapları okumakla yetiniyoruz.

Birinci veya ikinci.... Hamilelik keyifli bir süreç ve bu arada minik yine zıplıyor...

19 Ekim 2012 Cuma

2,5 yaşında ve yeniliklerle dolu

Son 1,5 ayda adapte olmamız gereken yenilikler arasında yazmaya vakit olmadı. Oysa aklımda Can'la bu yaptığımızı unutmamalıyım, bu söylediğini not almalıyım dediğim o kadar çok şey vardı ki. Bakalım hatırlayabilecek miyim...

Öncelikle yeni bakıcı ablasına alıştı. Yeni bakıcısıyla daha bir hafta önce tanışmış olmalarına  rağmen hemen yalnız kalabileceğini düşünmenin çok da doğru olmadığını ancak o sabah Can evden çıkmamıza izin vermediğinde anlayabildik. Neyse ki birkaç gün anneanne ve dedesi de evde olunca, yeni ablası ile olacağını kabullendi. Eski bakıcısından geçiş süreci de istediğim kadar uzun ve etkin olamadıysa da en azından 4-5 yarım gün Ayşe, yeni ablamızla kaldı. Ev o dönem kalabalık olunca Can'ın yeni bir ablanın geldiğini bile anlayabildiğinden emin değilim:) En büyük farklardan birisi, yeni bakıcısını abla gibi değil de arkadaşı gibi görüyor olması. Bunda her istediğinin yapılacağını farketmesinin etkisi büyük. Hani yeni başlayan yardımcınızı biraz gözlemleyip, bunu böyle yapma dersiniz ya, benim ilk söylediğim şey Can'ın her istediğini yapmamalısın demek oldu. Neyse Can alıştı ama biz hala alışma evresindeyiz.

Ayşe'nin gidişinden sonra asıl fark ise Can'ın sabah uykularını bırakması ve ne kadar yorgun olursa olsun yatmaya ikna edilememesi oldu. O kadar ki defalarca anneannesi Can'ı uyuturken yatakta uyuya kaldığı halde, bizim fişek hemen oradan kaçmış. Dolayısıyla akşamları oldukça yorgun olmaya başladı. Bu hafta Fatoş, Can'ın süt içerken uyuya kaldığını farkedince sabah sütünü öğlene kaydırmış. Bizimki içerken daha sütü bitiremeden uykuya dalıyormuş. Akşamları geldiğimizde Fatoş'un yüzündeki mutluluktan Can'ın uzun bir uyku çektiği anlaşılıyordu. Gündüz bu şekilde uyumasını istemediğim halde, akşamları yorgun ve huysuz hali yerine ancak uyuduğuna sevinebildim. Hani yanlış olduğunu bile bile bazı şeyleri yapmak istemesem de bu durum bir haftadır böyle.

Kısa süre sonra okulla ve yeni alışkanlıklarla değişmeye başlayacağını düşündüğüm için bebeklik sonrası 2,5 yaşına kadar Can'ın bir günlük rutinini not almak istedim:

6:30 -uyanma (annemin biraz daha geç yatırsanız önerilerine aldırmadan hala aynı saatte yatıyor. Bu arada sabahları biraz sarılmak ve oynamak için bize de vakit kalıyor.)
7:40- bakıcı ablanın gelişi sonrası 8-8:30 civarı kahvaltı
9:30- sabah sütü
10:00- Park (yaz boyunca apartmanın önündeki parka gitti.Havalar soğuyana kadar devam edecek gibi)
12:00 - 1,5 saat uyku. (Son 1,5 aydır uyumuyor gerçi. Daha az uyursa gerçekten çok huysuz olabiliyor)
13:30 - öğle yemeği
Öğleden sonra - Eğer dedeler gelirse sahile parka iniyorlar, gelmezlerse evde kitap, yapboz, araba, resim vs.
18:30- bakıcı abla gidiyor, anne/babayla eğlence başlıyor:)
19:30- süt ve sonrasında kitap saati
20:15- diş fırçalama, pijama ve tuvalet (evet son 1 aydır tuvalet!)
20:30- kalan sütü içme ve iyi geceler. "Anneee bitti" diyerek biberonu almam için beni çağırması ve uyuması. Son günlerde alternatif olarak Kaan'ın hayal gücünden çıkmış Sarman Kedi hikayelerini dinlemek istiyor: "Sarman Kedi kaçarken nasıl boyaları dökmüş anlat, Sarman Kedi annesine nasıl çiçek toplamış anlat...." gibi Can'ın da hayal gücünün eklendiği hikayeler

Bu 1,5 ayda Can bıcır bıcır konuşuyor, espri yapıyor, her şeyi çok güzel ifade ediyor. Bol bol şarkı söylüyoruz birlikte. Bak bir varmış, bir yokmuş eski günlerde..., Postacı, kalk artık sabah oldu... bu aralar en çok tekrarladıklarımızdan.

Bu arada da büyüdükçe Kaan'ın ve benim ne yapıp yapamayacağımızı deniyor, sınırlarını zorluyor adeta. Biz de Kaanla bol bol tutarsızlıklar yaşıyoruz. Birbirimizin yaptıklarına uyum sağlayamıyoruz. Bu ikilemlere biraz da gerginlik eklenince klasik anne-babalara dönüşüveriyoruz galiba.

Asıl büyük, en büyük haber aileye yeni bir üye eklenecek olması! Herkes çok sevindi ama henüz anlayamadık, ne biz, ne aileler. Arada nasıl yerleşsek, ne yapsak, Can'a nasıl söylesekleri düşünüyoruz. Elimizi ağırdan alsak da, günlük koşuşturmada bebek şekeri ve kıyafetlere bakmama engel değil tabi. Ama gün içinde iş-güç, akşam Canla ilgilenme isteği derken akşam da çabucak bitiyor. Bu arada günler geçiyor.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Tatil sonrası ve yeni bakıcı arayışı

Tatilden çingene arabası gibi arabamızı doldurup döndük. Can'ın aksine, önce çalışmaktan sonra havanın serinlemesinden ne ben, ne Kaan tatil keyfini pek yaşayamadan yaz tatilini bitirdik ve döndük. Bir yandan aklımızda Ayşe Abla'nın ayrılacak olması sonrası Can'ın nasıl tepki vereceğini düşünmemiz, bir yandan 3 hafta boyunca sabah 6.30'dan akşama kadar bahçede, sokakta gezme sonrası Can'ın tekrar apartman hayatına nasıl adapte olacağı, derken evimize döndük.

Oyuncaklarını ve arabalarını o kadar özlemiş ki geldiğinden beri evde beklediğimizden çok daha mutlu. Yazlıkta tüm komşularımızın beynine kazınan Can'a has "vırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr..." sesini son 3 gündür farklı arabalarla çıkarıyor.

Tatil sonrası en zoru Can'ın bizden ayrılması oldu. Haftasonu markete giderken bile "gitme, beni de götür"lerle başlayan bir mutsuzluk sonrası Ayşe'nin beni aramak zorunda kalacağı kadar Can'ın hıçkırıklarla ağlaması bizi şaşırttı. Bir şey anlattığımızda hemen anladığını düşündüğümüz, mantıklı, biz işe giderken babay diyip suratımıza kapayı kapatan oğlumuz ilk kez böyle tepki veriyordu. Sonraki 2 gün de işe giderken, "gitmeyin, sen kal, beni de götürün, ben de arabaya bineyim"le başlayan ağlamalar devam etti. Telefonda dedesine bizi sabah üzdüğünü söyleyecek kadar durumun farkında. Mert ve Ege'nin bizim de annemiz işe gidiyor ama akşam geri geliyor demesi de işe yaramış olacak ki, bunları da dedesine anlatmış. Bugün de sorunsuz evden çıkabildim.

Salı günü yeni ablamızı Ayşe Ablayla bir süre çalışmak üzere ayarlamıştık. Uzmanlara göre yeni bir bakıcıya geçerken ideal durum mümkünse 2-3 hafta birarada çalışmaları. İlk haftalar yeni bakıcının daha izleyici olması ve yavaş yavaş tüm sorumluluğu almaya başlaması, sonrasında ise tamamen sorumluluğu alması bekleniyor. Böylece çocuğun yeni abla yüzünden eskisi gitti ilişkisini kurup tepki göstermeyeceği, bu esnada herkesin yeni düzene alışacağı varsayılıyor. Bu kadar ideal durumu yakalayamasak da 2 hafta kadar Ayşe'nin devam etmesini böylecehem Canla ilgili, hem de evle ilgili bilgi vermesini ve yeni ablaya Can'ın tamamen adapte olması sonrası ayrılmasını hedeflemiştik. Tabi bunlar hayaldi. Önce Ayşe, erken ayrılacağını 2 hafta gelemeyeceğini söyleyiverdi. Sonra da yeni ablayı ayarladığımız ajans gece 10.30'da arayıp bakıcının gelmeyeceğini haber verdi.

Şimdiye kadar bakıcı geçmişimiz çok sınırlı olduğu için moraller hemen bozuldu, sonra annemlerin hemen geliyoruz demesiyle tekrar yükseldi. Hayırlısı dedik ve dün akşam tekrar birkaç görüşme yaptık. Bu akşam da bir görüşmemiz var.

Can konuşmasıyla Ayşe Ablası'nı şaşırtıyor. Biz Can'ın birkaç haftadır konuşmaya başlamasına alıştık ama Ayşe 3 haftadır görmediği için her cümlesine gülümsemeyle karşılık veriyor. "Benim için patates mi yaptın, çok teşekkür ederim, eline sağlık" demesi dün çok hoşuna gitmiş. Sanki her gün yemek yapmıyorum diye düşünmüş.

2 gün yattıktan sonra yataktan bir ses duyuldu: " Senem, sizin yatakta yatabili mim?" hayır cevabı üzerine, "Kaan, sizin yatakta yatabili miim?" Böylece yaklaşık 5-10 kez bu soru aynı tonda tekrar edildikten sonra yatıp uyudu.
Bir de sabahları kalktığında, "Senem, uyandın mı?" "Kaan, benimle oynu yapar mısın?" (benimle oyun oynar mısın?) demesi bizi mest ediyor. Bu cümleler sarf edilirken saat sabah 6 yerine 7 olsa daha iyi olabilir. Ama bizimki erken yatıp erken kalkıyor, şikayet etmiyoruz o nedenle.

Her şeyi söylüyor, tekrar ediyor ama birkaç kelime var ki onlar Can'a özel:
-Ömcü - (örümcek)
-Kamdi - (kamyon)
-Cımbıt - (cumburlop)
-İcafi - (itfaiye)

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Tatil günleri

Can 2 haftadır Dikili'de açık havada bahçede koşmanın ve denizin tadını çıkarıyor. Ben de tatilimin ilk haftasında her gün çalışarak fena halde bunalmış durumdayım. Can denize gittiğinde, uyuduğunda, gece saatlerinde vs. parça parça çalışma halindeyim. Bu arada Can "Çoook işim var" diyip tamir yapıyor derken karıncaları yakalamaya çalışıyor, yarım pedal bisiklete biniyor, dedesiyle sabah bakkala ve manava gidiyor. Sonra bahçedeki şişme havuzunda defalarca zıplayarak atlayarak saatler geçirebiliyor. Komşularla sohbet edip ağaçlardan elma ve erik topluyor.

Bir hafta daha buradayız. Sonrasında yine İstanbul'daki hayata dönüş onun için zor olacak. Geçtiğimiz yıl bile tatil sonrası eve döndüğünde oldukça huysuzlanmıştı. Şimdi tatil sonrası nasıl evde tutacağız, hele Ayşe Ablası bizden ayrılırken bilemiyorum.

En son okulla ilgili fazla tepki gösterdiği, ağlayıp kapıdan bile girmek istemediği için kalan birkaç ders için daha fazla üstelemeyip tatil sonrası devam etmesine karar vermiştik. Şimdilik dedesiyle gidebileceğine dair bir açıklama yapsa da bu değişiklikler arasında okula karşı soğutmak istemiyoruz ve çok fazla sözünü etmiyoruz.

Can'ı geçtiğimiz haftasonu Dikili'ye bırakıp ertesi haftasonu geldiğimizde ciddi anlamda konuşmasının ilerlediğini farkettik. Bir hafta görmeyince farkı çok daha net görebildik. Bir haftanın sonunda bizi gördüğünde yüzündeki kocaman gülümsemesini ve bana sarılıp bırakmamasını, kocaman öpüşmemizi sanırım hiç unutamayacağım.

Sürekli yerinde duramayan bir halde olduğu için sabit kalması gereken örneğin bir öğlen uykusu saatinde kalkmak için bahaneler üretmeye başlıyor: "Hemen bir aşaya iniom, geliom, bi bakiom, geliom, bi kitap aliom, geliom." gibisinden cümleleri bizi güldürüyor. Bakkala gidişini, herkese günaydın dediğini, dedesinin arabasını, denizde neler yaptığını... uzun uzun anlatıyor. Bu aralar favori cümleleri arasında "Seen neerden geldin acaba?" veya "Sen geldiiin..."de var. Tabi "yumurta istemiom, peynir istemiom, ....istemiom"ları hala bolca kullanıyor.

Son birkaç gecedir uyanıp "Senem nerde, Senem'i istiyorum..." gibisinden tutturuyor. Bu basit bir istek. Ama dün gece uyanıp yaz ortasında portakal istemesi ve bir türlü yatışmaması bizi biraz zorladı:) Rüyasında ne gördüğünü anında ortaya koyuyor sanki. Bu sabah uyandı, gözlerini açtı ve bana bakıp "Bu süpürge nerden geldi acaba?" diye sordu. Bir önceki gün balkonda oynadığı süpürgeyi sanki 10 saniye önce görmüş gibi.

Bu arada annem tuvalet eğitimi konusunda çok kararlıydı ama birlikte bıraktığım bir haftanın sonunda onun da geri adım attığını farkettim. Bazen öylesine oturmak istiyor lazımlığa. Ama genellikle iş bittikten sonra söylüyor veya oturmak istemiyorum diyip son sözü söylüyor.

Tatil, işle beraber pek heyecanlı ve keyifli geçmiyor. Dün evden çıkmadım, geldiğimden beri bir kez denize girdim. Kaan'ın durumu da iş bakımından parlak olmadığı için o çareyi Çarşamba günü İstanbul'a dönmekte buldu. Benim tatil eğlencem de Can. En büyük aktivitem ise Cafe Fernando tariflerinden bir havuçlu kek denemem oldu. O kadar talihsizim ki, buradaki en önemli aktivitem Dikili Pazarı, Bayram'a denk gelince kurulmadı bile.

Can, dedesi ve anneannesiyle deniz keyfi yaparken benim çalışmam gerekiyordu. Ama napalım bu sefer de kısmet bloga birkaç cümle karalamakmış.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Okula başlama ve diğer vakalar

Haftasonu kaçamağından geldik, her şey yolunda derken Salı günü Can'ın okula gittikten sonra girmek istemediği haberini aldık. Fazla üstelemedik ama ben iş dönüşü okula gidip öğretmen ve yöneticiyle son ziyaretinde ne olmuş olabileceğiyle ilgili biraz kafa yordum. Geçtiğimiz hafta okuldan eve mutsuz gelmişti ve ağladığını söylemişti. Ama okulla konuştuğumda bir sorun olmadığını söylemişlerdi.

Artık bir veli edasıyla görüşmeye gittiğimde kendimi nedense çok yaşlı hissettim. Neyse buna takılmayıp bu sefer bu konuyu anlamak istiyordum. 3 haftadır parka gider gibi gidip, mutlu dönen, kimseye pek bağımlılığı olmayan bir çocuk neden durup dururken babaannemi istiyorum diyip de okuldan ayrılmak isterdi?

Okulda genelde çocukların ilk hafta tepki vermeseler bile, genelde 15 gün sonra (Can'ın 3 hafta sonra) okula gitmenin  bir rutin olduğunu ve evden uzaklaştıklarını farketmeleri nedeniyle tepki verebileceklerinden bahsedildi. Benim diğer bir yorumum ise geçtiğimiz hafta erken kalkması nedeniyle okula yorgun gitmesi ve sonlara doğru tükenmeye başlamasıydı. Eve gitmek istedi ve belki de bu hafta  da o psikolojiyi ve bitkinliği hatırlayarak orada kalmak istemedi.

Tabi diğer alternatif de gerçekten okulda canını sıkacak bir şey olması. Belki bir çocuk fazla üzerine geldi, onu üzdü ama öğretmenler bunu farketmediler. Bilemiyorum... Ama genelde Can parkta olanların seceresini anlattığı için, örneğin "oynu(oyuncak) vemedim, Memet ağladı, eve gitti..."gibisinden kendini ifade edebildiği için böyle bir olay olmadığını düşünüyorum.

Okulun önerisi bundan sonrasında benimle veya ablasıyla gelmesi, ihtiyacı olduğunda yanında olacağımızı yine görmesi oldu. Dün gece ateşlendiği ve hepimiz için yorucu bir gün olduğu için bugün de okula yorgun bir halde gitmesini istemedik. Bakalım yarın neler olacak.

Bu aralar Can konuşmasını daha fazla düzeltmeden, neler söylediğini not almadan geçmek istemiyorum. Son 2 ayda en çok söylediklerinden bir demet:

- kendiiim, kendim, kendim...
- kendim in istiom, kendim al istiom...
- istemiom!
- Şenem, potakal, domates, emek... (veya sezon neyi gerektiyorsa...) al, ge...
- caniiiiim (boynuma sarılırken)
- Aaayyyy beeendiiim!!! (gösterişli bir şey taktığımda veya giydiğimde hemen farkeden oğlumdan süper bir tepki)
- Söylenenin tam tersini söylemek için sonuna eklenen bir "diiiiil!" "oynama diiil, ... güzel diiil, gidelim diiiil!!!"

Yine bir Alaçatı kaçamağı

Haftasonu yine bir Alaçatı kaçamağındaydık. Ama bu sefer çok çok önemli bir görevimiz vardı. Muhteşem bir deniz manzarasını seyrederek ve Çeşme rüzgarını hissederek Itırcanımızı evlendirdik. Karayip düğünleri esintilerini taşıyan romantik ortamda Türkiye'de olduğumuzu hemencecik hatırlatıveren denizde  deve güreşi yapan Türk gençlerine minnettarız.

Çok güzel bir düğün, çok güzel bir haftasonu, asla ısınmayan buz gibi deniz, dostlar, çetenin kızları, daha ne istenir. Bir de sanki İstanbul'da aç kalıyormuşuz gibi yine bol bol yedik. Dost Pide'de pide, beyti yedikten sonra sakızlı muhallebi yemediysen, hoop Reyhan'a. Sahilde midye dolma, mısır...

Canciniyi yine çok özledik, çok kulaklarını çınlattık. Tatilde İtalyanca, İspanyolca konuşmaya çalışan çocuklara karşılık Can'ın bozuntuya vermeden "Taamaaam" deyişi, Burcu ve Güneş sayesinde tatil sloganımız oldu.

Pazar akşamı hiç alışık olmadığım şekilde  benimle telefonda konuşurken dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağlayıp, gelmemi istemesi bayağı moralimi bozdu. Haftasonu fazla yorulması, uyumaması, alışık olmadığı bir rutinle yaşaması nedeniyle biraz kırılgan olmasına verdik.

Geldiğimizde sanki 2 günde büyümüş, saçları uzamış, daha güzel cümleler kurmaya başlamıştı.
"Paka gittim veee.... trene bindim veee... Ege geldii veee ... " diye Can'ın haftasonunu bir de kendisinden dinledik.

24 Temmuz 2012 Salı

İstanbul'u ve toplu taşımayı keşfetmek üzerine

Tam yaz geldi, trafik hafifledi, yaşasın! derken 2 yılda bir yaz yol bakım çalışmaları sırasında hevesimiz kursağımızda kalıyor. Bu sene de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ndeki çalışma yanısıra şehrin sağında solunda devam eden çalışmalar İstanbul'da kalanları yormaya devam ediyor. Haftasonu Sapanca'ya giderken bir çalışma, yönlendirildiğiniz yoldaki başka bir çalışma inanılır gibi değil.
Sabah işe gitmek iyi de akşam eve dönebilecek miyim, bu sefer hangi şeridi kapatacaklar, kaza olacak mı soruları yanında gişeler sonrası oluşan 15 şeridin 2 şeride düşerken yaşattığı stres yerine son haftalarda çoğu İstanbullu gibi ben de deniz yoluyla ulaşıma döndüm.

Ne zaman Beşiktaş'a veya Nişantaşı'na gidecek olsam deniz yoluyla geçmeyi tercih etmişimdir. Uçuşan martılar, yüzüne çarpan deniz kokusu, enfes bir manzara yakalamak için bahanemdir Küçüksu-Beşiktaş motoru. Bu aralar ise her gün deniz yolunu kullanıyorum karşıya geçiyorsam. Etiler'e gideceğim zaman Bebek motoru, ofise geleceğim zaman İstinye motoru emrimize amade. Dönüşte Can'ın ablasını geç bırakmamak için işten erken çıkıp erken bir motora yetişmem gerekiyor. Ama geç saatlerde dönmek isteyenler için Emirgan'dan 19:30 motoru veya gece 11.30-12'ye kadar Kanlıca-Emirgan arasında sürekli hareket eden heyecanlı takalar bir çözüm.

İskeleye giderken araba, sonra motor, sonra dolmuş derken ofise gelmem 1 saati alıyor.Yine de dönüş bilinmezliği yerine 20 dakikalık keyifli bir deniz yolculuğu, iskelede sabah kahvaltısı atıştırmak, boş boş yalılara bakmak, dönüşte de İstinye İskelesi'nde lokma yemek tercihim.

İskele'de ne zamandır karşılaşmadığım tanıdık simalar, nereden tanıyorum diye kafa yorup son dakika bir müşterim veya bir şirketin Genel Müdürü olduğunu hatırladığım yüzler görüyorum. Konuşmalara kulak kabartınca konu ortak. Herkes trafikten ve nasıl trafikten kaçıp deniz yolunu seçtiklerini anlatıyor.

Ben öyle İstanbul'un her halini sevenlerden değilim. İstanbul'da en çok neyi seversiniz diye sorsalar, benim için küçük beyaz bir iskele görüntüsü ve vapurun yeri çok ayrıdır. Çocukken babaannemlerin balkonunda otururken çığlıklar atarak üzerimizden geçen martıları, karşıdan geçen vapur görüntüsünü, Kabataş'tan Adalar'a gidişi, Beşiktaş İskelesi'ni hatırlıyorum.

Boğaz'ı kullanarak işe gidebilmek İstanbul'da yaşadığımı ve yaz aylarının ne kadar keyifli olduğunu hatırlatıyor. Henüz yol boyunca kafamı kitaba gömecek kadar yerel olamadım. Yolda tek okuyabildiğim şey şehirhatları yaz tarifesi kitapçığı. Hala üzerimdeki turist havasını atamadığım için Boğaz manzarasına uzun uzun bakıyorum, neredeyse 2 günde bir küçük yunusları zıplarken gördüğümde heyecanla birilerine göstermek istiyorum. İskele'den itibaren herkesi gözlemlemekten kendimi alamıyorum. Sonra bir gün izin alsam da Canla Bebek parkına motorla gitsek diye hayal kuruyorum.

19 Temmuz 2012 Perşembe

Havuz ve yüzme


Hande ve CanLu'nun Londra aktivitelerini yakından takip ediyoruz. Emziren anneler için sinema saatleri ve doğumdan itibaren bebekle yüzme dersleri gerçekten İstanbul'da olmasını isteyeceğim aktivitelerdi. Sinema konusunu bir sinemada yönetici olarak çalışan arkadaşıma bile açtım ama olmadı. Söylediklerine göre bir dönem deneme amaçlı başlamışlar ama talep olmamış.

Yüzmeyle ilgili araştırmalarımdan da bir sonuç alamamıştım ki geçtiğimiz ay bir arkadaşım Aqua Babies'den bahsetti. http://www.aquababies-tr.com/tr/
Toddlers 1-2-3 gibi büyük çocuklar için de programları olmakla birlikte sadece haftasonu zaman ayırabileceğimiz için bizim programımıza ne yazık ki uymadı.

Arkadaşım, 1,5 yaşındaki dünya tatlısı kızıyla gitmeye başlamış bile. Doğum sonrasından itibaren başlanabilecek ebeveyn ve bebek arasında yakınlaşmayı sağlayacak, bebeklerin/çocukların su yüzeyinde de, altında da rahat olmalarını sağlayacak her biri haftada bir gün(yarım saat) olmak üzere 5 derslik bir programdan bahsediliyor. Bu kursla acemi anne-babaların bebek/çocuklarıyla birlikte yüzerken nasıl daha doğru ve daha rahat, onları korkutmadan hareket etmeyi öğrenebileceklerini düşünüyorum.

Can ise yüzme faaliyetlerine kendince başladı. Zaten arada bir söylediğine göre abi olmuş. Sığmakta zorlandığı küvetinde şen kahkahalar atarak, bazen sırt üstü yatıp suyun içine batarak ve Sapanca'da kuzenleriyle şişme havuzda suyun içine dalarak ve ayaklarını çırparak suda fazlasıyla rahat olduğunu gösteriyor. Ege ve Mert, bu yaz yüzme derslerine başladılar ve kolluklarıyla yüzebiliyorlar. Geçtiğimiz Pazar günü Sapanca'da biz de bıdık bıdık yüzen kuzenlere eşlik ettik. Can da bu şekilde büyüklerin havuzuna cumburlop (yine Can'ın deyişiyle "cımbıt!") atladı.

Havuzda ayaklar çırpıldı, şişme deniz yatağının üzerindeyken kendisini sallamaya çalışarak aksiyon yaratıldı, havuzdan çıktı, atladı, çıktı,atladı... Atom karıncanın nereden atlayacağı, nereye koşacağı belli olmadığı için ben havuz dışında o koşuştururken peşinde, Kaan da havuzda yetişmeye çalıştık. 1 saat havuzda kalmasına rağmen ona yetmedi, çıkarken ağladı.

Umarım deniz ve yüzme sevgisi hep devam eder. Büyüdüğünde onunla yüzmek için can atıyorum.

Tam teşekküllü yüzücü



18 Temmuz 2012 Çarşamba

10 Temmuz 2012 - okullu oldu!


2 yaşından sonra Can'a ev dar gelmeye başladı. Ayşe Ablasıyla her parka gidişinde parkın ne kadar küçük olduğu önemli değil, yaklaşık 2 saat sallanarak, diğer çocukların oyuncaklarıyla oynayarak, çocukların isimlerini öğrenerek geçiriyor. 2 saat geçirmesine rağmen, Ayşe Ablası zorla eve döndürebildiğini söylüyor. Böylece Eylül'ü beklemeden araya tatil de girse yarım günlük bir oyun grubuna başlatmaya karar verdik.

Anaokulu yöneticisi de çocukların hep Eylül'de başladığı, dolayısıyla Ekim-Kasım'da hastalıkların yoğun olduğu dönemde ilk kez tanıştıkları mikroplara yenik düştüklerini, yazın başlayarak erkenden hem ortama, hem mikroplara alışmaya başlamasının faydalı olduğunu söyleyince, bizi tavladı. Düğünümüzü ve yıldönümü kutlamalarımızı bile Anadoluhisarı'nda yapan bir çift olarak Can'ın anaokulunu bizim sitede seçmemiz şaşırtıcı olmamalı.

Can, geçtiğimiz haftadan başlayarak  haftada 2 yarım gün oyun grubuna başladı. İlk gün Ayşe ablası ve ben ondan daha heyecanlı olduğumuzu belli ederek, haydi bugün başka parka gidiyoruz diyip anaokuluna götürdük. 2,5 saat anaokulunun bahçesinde arkadaşlarıyla ve öğretmeniyle oynarken onun bizi göremeyeceği şekilde neler yaptığını izledik. Bahçeye bırakıp veda bile etmeden çıktığımız andan itiberen annem ve ablam nerede diye sadece bir kez kafasını çevirip etrafına baktı. O bakış bir arayışsa tabi! 2,5 saatlik araba kullanma, kitap okuma, şarkı söyleme, meyve yeme ve daha çok araba kullanma seansı sonunda Can'ı okuldan dışarı çıkarmakta zorlandık. Ayşeyle Can'ı izlerken arada kıskıs güldük. Biraz daha büyük çocuklar arabayla kandırıp bizimkini büyük arabadan indirmeye ikna etmeye çalışırken, bizimki küçük araba yanında büyük arabayı da alarak arkasını dönüp giderken çok da kolay itilip kakılmayacağına biraz ikna oldum.

Şimdiye kadar 3 kez okula gitti.  Müdür'ün ilk gün sonrası Canla ilgili gözlemi çok sosyal ve pozitif olduğu, düzgün konuştuğu (herhalde kendi çapında:) ve haftada 3 gün rahatlıkla okula devam edebileceğiydi. Bu yorumları kaç anne-babaya daha yapıyorlar bilemiyorum ama Can'ın bu denli rahat olması nedeniyle çok şanslı olduğumuzu da ekledi. Biz de doğal olarak en azından okula başlama seansının beklediğimizden kolay olması nedeniyle rahatladık. Öğretmenler için en zorlu taraf alt değiştirme kısmı olmuş. Oysa ben ilk gün bizimki altını değiştirtmez diye uyarmıştım. Tatilde altını değiştirmek için neler çektiğimizi biz biliriz. Yatmaya ancak ilgi çekici bir konu veya obje yardımıyla ikna edilebilir. Bunu da her zaman bulmak mümkün değil.

İlk okul günü sonrası Manisi ziyaretine gelmiş ve gün içinde parka gidip gitmediğini sormuş. Can "Parka gittim, ama evdi" diye cevap vermiş. Nasıl da düz ve doğru bir mantıkla ifade etmiş.

Can olsa "başkaaaaaaa.." diyip devam ederdi. Başka... anlatacak uzun bir Norveç tatilimiz ve Can'ın bol bol aksiyonu var. Ama onu başka zamana erteleyelim.

Bizimki her geçen gün farklı kelimelerle, daha düzgün konuşuyor. Dün girişteki dresuarı nasıl becerdiyse düşürmüş. Allahtan ona bir şey olmamış. Bu arada üzerindeki kase tuzla buz olmuş. Can başından geçenleri telefonda anlattı: "Bir dolap vardı, düştü.Üstünde bir tabak vardı,düştü, kırıldı. Ayşe aba süpürgeyi aldı, süpürdü, temiz oldu. Ben koktum..." Daha net aktarılabilir mi?! Böyle anlarda farkında olmadan Kaanla gözlerimiz buluşuyor ve birbirimizin gözlerindeki şaşkınlığa hak veriyoruz.

Bu aralar, anne demek yok. Şimdiye kadar tüm aile fertlerinin isimlerini rahatlıkla söyledi. En son benim adımı söylediği için başarısını kutluyor belki de. İmmet(Hikmet) dedem ve Südo(Süleyman) dedem diye dedelerinin isimlerini bile kendince söylüyordu ama ortada benim esamem yoktu. Son haftalarda ise aşağı Senem, yukarı Senem, sanki karşı apartmanda oturan aradaşına seslenir gibi: "Şeeeneeeem, geee..."

"Caniiiiim" diyince, eve geldiğimde koşarak boynuma sarılınca eriyorum. Anne olmak ne kadar güzel bir şeymiş. Konuşmaya başlaması da ayrı bir güzellikmiş.

Okullu ve biberonlu 


İlk okul gününde gözükmeden çekimler


9 Temmuz 2012 Pazartesi

2. yaş doğumgünü ve "büüüm büüm" (büyük) oğlum

Pastalar henüz sağlamken...

Birinci yaş gerçek bir dönüm noktasıydı. Yürümeye başladığında, seni anladığında ve anladığını belli ettiğinde gerçek bir paylaşım başlıyor. İkinci yaşın da bu kadar  önemli bir dönüm noktası olduğunu Can'ı şaşkınlıkla izlediğimiz son 2 ayda net olarak anladık. Nasıl bir anda kelimeler, sonra daha zor kelimeler, cümleler ağzından dökülmeye başladı çözmeye çalışıyoruz. "Bööle böle, şöle, gel, otuuu..." derken bir anda istiyorumla biten cümleler hayatımıza girdi.

Neredeyse 2 ay geçti Can'ın doğumgününü kutlayalı. Araya tatiller bile girdi ve tatilde yaşanan krizler. Rötarlı bir yazı da olsa paylaşmadan geçmek olmazdı bu yaşadığımız değişimi.1 ay kadar önce gece yatağına koyduğumuzda kendi kendine konuşmasını dinledik. "Kedi istiom, köpek istiom, bebek istiom... " Tabi istemenin sonu yok ama meğer bir şeyler istemek için tam 2 yıldır konuşmayı bekliyormuş. Sonrasında kısa cümlelerle de olsa yaptıklarını, gördüklerini anlatmalar başladı ve son bir haftadır da hayali hikayeler uydurmalar başladı. "Otobüse (artık optobusü istediğinde söylüyor) abi bindi, kaza oldu, bozuldu, kötü oldu... gibi tüm bildiklerini arka arkaya sıralarken biz de animasyon seyreder gibi açmış gözlerimizi dinliyoruz onu.

Can'ın doğumgünü kutlamasını yağmurlu bir haftasonu olmasına rağmen şans eseri çocukların parkta oynayabileceği kadar güzel bir havada sitenin kafeteryasında yapabildik. Şehri ile buluşup süslemelerimizi ve balonlarımızı da tamamlayınca doğumgünü partisine hazırdık. Alp 1. yaşını kutlarken Cancini de 2. yaş pastasını kesti. Pasta yine çok lezzetliydi, Can kocaman ağzını açmış bir dilim yerken, ben birkaç dilim yemeyi ihmal etmedim. (Reklama girsin, yine Burçin Birdane pastası) Kalabalıkta şımarıklığın sonu yok, açık havada da koşmanın.

Üfleme provalarımız işe yaramış, bir kere de söndürdü mumlarını. 2 yaş çocuğu hediyeden ne anlar diye düşünürdüm. Ama evde her pakete bakıp bakıp "ediye, ediye.. aç aç" demeyi ihmal etmedi. Bu doğumgününün favori hediyesi şüphesiz amcasından gelen bisiklet oldu. Ayakları pedallara çevirmeye yetmediği halde yarım pedal kullanarak bindiği andan itibaren bisiklete binmeye başladı. Böylece yarım pedal Can lakabını da almış oldu.


Doğumgünü çocuğu finCan

30 Mayıs 2012 Çarşamba

Yazıcam

Bir çalışan, eve gelince Can'ın kovalamaca oynayan annesi, haftasonu gezgini, apartman yöneticisi, Can uyuduktan sonra- son zamanlarda- gözünü kırpmadan alışveriş yapan "online shopper", Can'ın gittikçe artmaya başlayan oyuncaklarının saklayıcısı, pilates canavarı:).... ve blog yazmaya  vakit  ayıramadım. Ama bu arada Can'ın doğumgünü ve taptaze 2 yaş hallerini not almak için sabırsızlanıyorum.

Yenilikler arasında Cancini'nin "bıyaaak!" (bırak) diye başlayan asilikleri, "oynu oynuu..." diyerek oyun isteyen halleri, yarım pedal bisiklete binmesi, yeni cümleler kurmaya başlaması da var. Hemen not alıyorum...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Çocukluğumdan dolu dolu bir kitap

Canla kitap okumayı çok seviyorum. Kitap zamanı diyince Can'ın pıtır pıtır kütüphaneye koşup bir kitap kapmasını en az okumak kadar çok seviyorum.

Akşam uyku öncesi odasına gitmeden önce yanıma oturup ben hikayeler anlatırken uzun uzun birlikte resimlere bakıyoruz ve sorularıma cevap veriyor. Bol resimli kitaplardan son dönemlerde hikayeli kitaplara geçtik. Ne de olsa artık kocaman 2 yaşında bir çocuk. Eskiden sabırla anlatılanları dinleyemezken şimdi kitap bitene kadar ilgiyle dinliyor ve kimi zaman araya girerek hikayeyi bildiğini gösteriyor. Hande'nin hediyesi Paddington'u  2 haftadır nerdeyse her gün, bazen günde 2 kez okumamıza rağmen hala ilgiyle dinliyor. Kitabın bir bölümünü doğaçlama okurken bir es veriyorum: "Ayılar en çok marmeladı veeeee..." Can'dan bağırararak bir cevap kopuyor:" baliiii" ...severler.  Her akşam bunu duymak için kitabın aynı yerinde durup Can'ın cevabını bekliyoruz.

Ama Can için seçtiğim benim çocukluğumdan bir kitap. Bizimkilerin Amerika'da kaldıkları dönemde aldıkları 1971 basımı Joe Kaufman'ın What makes it go/work/fly/float, benim defalarca sayfalarında kaybolduğum, önce resimlerine ilgiyle baktığım, sonra ingilizce öğrendikçe yazılanları da okumaya çalıştığım evin bodrumunda uzun zaman geçirmeme neden olan bir kitaptı. 1970lerin renklerinde, kıyafetlerinde, o dönemin teknolojisinde arabadan, saç kurutma makinesine, makinelerin nasıl çalıştığıyla ilgili bilgi  veren bu kitap benim yaşımı da aşmış nostaljik bir kitap. Can'ın hoşuna gideceğini düşünerek annemlerden bir Ankara dönüşü bu kitabı getirmelerini istedim. Artık o resimlerdeki gramofonlardan, kaset çalarlardan eser yok. Can büyüdüğünde bu kitabı şimdi bulduğundan daha da ilginç bulabilir!

Kitabın yıpranmış, sarı cildini kenarından yakalayıp oku diye önüme koyuyor. Bir yandan kitabın güzel resimleri arasında kaybolurken, bir yandan da uçağa binerken neler yapması /yapmaması gerektiğini (en son tatilimizde çok işimize yaradı anlatmış olmak),  yazın gemide neler göreceğini anlatmak için fırsat oldu.

Son 1-2 aydır Canla bu kitap karşısında uzun vakit geçiriyoruz. Hangi erkek çocuk sevmez ki her şeyiyle çizilmiş dev bir cruise gemisi, uçak, denizaltı, trenler, helikopterler, fırın, vantilatör, tamir aletlerini... Detaylı, güzel çizimleriyle hala benim ilgimi çeken bu Joe Kaufman kitabı, ilk gördüğünden beri Can'ın da favorileri arasında.

Bu ve benzeri Joe Kaufman kitapları ile eski yayımlar Amazon'dan bulunabiliyor.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Biz gezerken- Milano-Como

Biz Kaan'ın eğitimini bahane edip birkaç gün Milano'da gezerken, Can 2. yaşını doldurdu. Bizim uzakta olduğumuz 3 günün sonunda sanki daha düzgün konuşuyor, daha net ifade ediyor kendini. Bizse onu çok ama çok özledik. Tatil boyunca her aklımıza geldiğinde onun taklidini yapıp gülümsedik. Sabah uyanınca 6.30 civarı sesimin kısılmış olmasına aldırmayıp Can'a  uzun uzun Paddington'ı okudum. Gerçi gönlünü almaya yetmedi galiba. Haklı, kaç gündür nerelerdesiniz diye sormak istedi belki de. Ama bu akşamı iple çekiyorum.

Milano gezimizden aklımda kalanlar; beyazlığı ve görkemli görüntüsüyle dışını içaçıcı, içini ise bir o kadar kasvetli bulduğum katedral, Brera'daki küçük lokantalar, butikler ve cupcakeler, La Scala opera binasındaki localar, la Briscola'daki akşam yemeğimiz, maskarpone peynirli sıcak çilekler, tiramisular, Como-Bellagio manzaraları... Bir de pasaportsuz Como yoluna çıktığımız için, İsviçre'deki Foxtown outletine giderken ve geri dönerken sınırda yaşadığımız kalp çarpıntısı!

Como-Bellagio arasını hızlı tekneyle gittiğimiz halde (45 dakika) ancak güzel uzun bir yemek ve kısa bir yürüyüşe vaktimiz kaldığı için herkesin aklı Bellagio'da kaldı.

Hava hem Milano'dan, hem de Como'dan keyif almamız için arada bulutlar kapansa da sıcak ve güneşliydi. Son gün hava sıcaklığının düşmesine de hazırlıklı olduğumuz için sorun olmadı.

Tatil sonrası tatlı bir yorgunluk var üzerimizde, bi de Can'a özlem.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Londra

Londra anısı- Hande'nin hediyesi, Can'ın yeni
gözde kitabı bana da çocukluğumu hatırlatıyor
Can Beyle bir tatil daha bitti. Ev sahiplerimiz Hande, Anto ve CanLu sağolsunlar, çok güzel bir tatil geçirdik.

Anladık ki otel odasında kahvaltı, uyutma, banyo bizim için hiç de kolay olmayacakmış. Yanımıza çok az eşya almakla beraber yedek eşofmanlar, bodyler, oyuncaklar ve ipad yolculukta çok işimize yaradı. Günlük gezintiler sırasında ise yanımıza aldığımız atıştırmalıklar; pestil, süt, meyve, kraker vs bir restoran bulana kadar veya eve gidene kadar kurtarıcımız oldu.

2 yaşına kadar uçakta kucakta gidebilmekle birlikte, bu yaşta bir çocuğun- en azından Can'ın- 4 saat uçakta yolculuk yapması pek de mümkün değil. Son kucakta yolculuğu şerefine Can'a bilet almamıştık. Neyse ki uçuşlarımızda yanımızdaki bir koltuk boş bırakılmıştı. Böylece Can yolculuğun bir kısmında yanımızda oturdu, bir kısmında uzanıp uyudu. Çok sıkıldığında babasıyla uçakta dolaştı. Bir de yaşasın ipad! Yüklediğimiz yeni birkaç oyun, kriz anında kurtarıcımız oldu. Hani bir traktörün gelmesi kaç kez izlenebilir diyenlere cevabım, yarım saat kadar hiç durmadan izlenebiliyor. Sadece iniş ve kalkışlarda kemerini bağlamak için uzun süreli kucağımıza aldık. Giderken gece yolculuğu yaptığımız için biner binmez mışıl mışıl uyudu ama aydınlık nedeniyle ve rahat dönemediği için inişe doğru uyandı ve havaalanında 1,5 saat süren pasaport sırasında beklerken artık gündüzü yaşıyordu. Bu uyanık kalma seansı saat farkını atlatmasını sağladı ve arabaya binince de sabaha kadar uyudu. Böylece ilk günden itibaren tüm tatil boyunca evdeymişcesine 8:30'da yatağında uyuyup sabaha kadar uyanmadı. Bu arada biz de Can ve CanLu uyuduktan sonra Şengülle evde bırakıp her akşam yemeğe çıkabildik.

Can değişik oyuncaklar, değişik bir çevre, yaşıtı bir arkadaş, parklar arasında daha mutlu olamazdı. CanLu'yu biraz sert sevdiği (hatta dişlerini sıkarak) ve oyuncaklarını elinden almak için saniye kaybetmediği için CanLu'yu bazen sinirlendirse de, yaşıtlarıyla olmak çocuklara da iyi geldi diye düşünüyorum. CanLu, Can'ı öpmek için süt içtiği, dolayısıyla Can'ın hareket etmediği zamanları kolladı.

Bir öğleden sonra da Kezi, Siaka, Muhamed ve İbrahimle buluştuk. Tüm öğleden sonra Can, Muhamed'in elini bırakmadı ve yüzünden gülümseme eksilmedi. Muhamed'in her gülümsemesine kikirdemeyle karşılık verdi. Bu arada önce Big Ben, Westminster ve sonra St James parkında kuşlar ve sincaplar arasında keyifli bir yürüyüş yaptık. Muhamed 9, İbrahim 5 yaşında kocaman olmuşlar!

Güzel yemekler, Hamleys'de çılgınca oyuncaklar arasında koşuşturmaca, Kensington Park'da kumlarla oyun, Oxford str'de alışveriş, çay keyfi, kahvaltı, butiklerde gezinti, arkadaşlarla sohbet derken Londra gezimiz çabuk geçti. Keşke bir günümüz daha olsaydı demekten kendimizi alamadık. Ama bir gün de bize yetmeyecekti anlaşılan. Kaan, bu ay eğitim için gittiğinde Londra'nın tadını biraz daha çıkarabilecek.

En zorlandığımız zaman, ilk günümüzde pusetle gezmeye alışık olmayan Can'ı yağmur altında pusette kalmaya ikna etmek, edemeyip bir elinde şemsiye kucakta taşımak oldu. Neyseki sonraki günlerde hem yağmurun olmaması, hem de Can'ın pusete alışması işleri kolaylaştırdı. Baston puset yerine Bugaboo'yu götürmüştük. İçinde uyuması ve gezmesi Can için çok rahat oldu. Metro çıkışında merdivenlerden çıkmak güç olsa da, biz daha yardım istemeden mutlaka yardım teklif eden birileri çıktığı için sorun yaşamadık.

Bir akşam iş çıkışı saatinde eve dönmeye kalkınca 4-5 trenin kapısının açılıp kapanıp binemeden gidişini görmek durumunda kaldık. Bu arada Can'ın dili çözülmeye başladı. Önce tavuk çağırır gibi trenleri çağırıyordu " Ge, gee, gee, gee..." Yeni bir tren geliyor, kapı açılıyor, biz kalabalığa girmeye teşebbüs bile etmeden tren gidiyordu. Can bize bakıp "gittiiii..."diyordu.

Seyahatler çocukların en çok şey öğrendikleri dönemlermiş. Kitaplarda gördüklerinin gerçek olduklarını görmek, bazı ilklerle karşılaşmak ve anne-babayla uzun uzun konuşmak, vakit geçirmek için fırsat. Londra tatili boyunca Can, trene, otobüse ve metroya binmekten çok keyif aldı. Uzun uzun kapıların açılıp kapanmasını, yeni yolcuların binmesini ve inmesini seyretti.

Biz arkadaşlarla olmanın tadını çıkarken, Can da yeni kelimelerin ve eklerin tadını çıkarıyordu. Can son olarak tatille ilgili şunları söyledi: "açtııım, kapattııım, attııı, gittiii..."

Can kuzenleriyle

24 Nisan 2012 Salı

Ne hafta

Can'ın sabah maymunluklarını ve itinayla çorap giyme teşebbüsü fotoğraflarını ekledim. Böyle yüzünün gülüp, şımardığına bakmayın, geçtiğimiz haftasonunda beri bizi bayağı yordu. Hastalık belirtisi mi, 2 yaş sendromu belirtisi midir bilmiyorum ama son günlerde hayatımızda bol bol yerlere yatma, mızırdanma, söylenenin tersini yapma, elindekileri fırlatma (ve sonra "attı, attı" deme), gözyaşlarına boğularak ağlama var. 

Bir yandan burnu tıkalı olduğu için damla, soğuk algınlığı için Iburamin şurup, ateş için Ibufen, gözü için merhem, sıcak su kompresi, alerji için Zyrtek, uçuğu için Zovirax derken bize de içten içe kızıyor  olabilir. Haksız da değil. Kremleri uyurken sürüyoruz ama şurupları bir şekilde içirmek gerekiyor. Hele ateşi için koyduğumuz fitili sert şekilde reddedince başka çare kalmıyor. Tane tane ne amaçla kullanıldığı, tadını, ne sonucu olacağını anlatmaya çalışıyoruz. Bazen ikna oluyor, olmayınca zorla içirmekten başka çare olmuyor.

Geçen hafta da vücudu sanki böcek ısırığı gibi oarça parça kabarmaya başladı. Doktoru alerjiye benzetti. Zyrtek'i yeni almıştı ki tüm yüzü ve göğsü küçük iğne ucu gibi kabarmaya ve kızarmaya başladı. Nasıl bir anda çıktıysa ilaç içtikten sonra 1 saat içinde tüm kızarıklıklar ve şişler yokoldu.

Çorap giyme (ve giydirme) seansı 

Can'ın çok umurunda değil ama şimdi tek sıkıntısı arpacık kaldı. Gözdoktoru, kistleştiği ve büyüdüğü için tekrar edeceği ve çok uzun sürede iyileşebileceği hatta gerekirse anesteziyle almak gerekebileceğini söyledi. Gözündeki ilk kızarıklıktan itibaren hemen gözdoktoruna gidip, teşhis koydurup antibiyotik kullanmamız aslında en doğrusu olacakmış. Biz arpacık olduğunu anlayana kadar durumu ilerlemiş.

Çok hastalıklı, çok ilaçlı, çok huysuz bir yazı ama en azından güzel fotolar.

10 Nisan 2012 Salı

Arpacık

Son bir aydır Can'ın alt gözkapağı hafif kızarıp, şişip düzeliyordu. Arada gözdamlası kullandık. Durum uzayınca sürekli olarak Exocin gözdamlası kullanmaya başlamaya karar verdik ki, ertesi gün gözü kocaman şişti. Gerçekten gözünde arpacık oluşuyormuş ama biz anlayamamışız. İlk farketmemizden itibaren uzun süreli damlaya devam etmemiz ve en önemlisi bir göz doktoruna gitmemiz gerekiyormuş meğer.  Baktık telefonla olmayacak,  Kaan bugün doktor ablasına götürdü. Ama gözdoktoru artık ilerlediğini ve damla kullanmaya gerek olmadığını söylemiş. Bundan sonra sıcak suyla kompres yaparak ve gece merhem(Maxidex, Tobrex) sürerek iltihabın boşalmasını bekleyeceğiz. 2 ay içinde boşalmazsa küçük bir operasyon yapılması gerekecek. Umarım 2 aya kalmadan iyileşir.

Bu arada boyu 87 cm ve neredeyse 12.5 kg olmuş. Doktoru yaşına göre uzun bulmuş.

Kaan tatil için uçağa bineceğimizden bahsedince doktor, Can'a nereye gideceksin diye sormuş. Bizimki "İngiltere" diyince Kaan şaşkınlıkla beni aradı. Zuzucan büyüyor...

Can, doktor ablasıyla

5 Nisan 2012 Perşembe

Doğumgünüm

Bugün benim doğumgünüm. Kaan sabah Ankara'ya gittiği için Canla başbaşaydık. Minik oğlum bana doğumgünü şarkısı söyledi. Müzik tamam ama kelimelerde anlaşılmayanlar var. Şöyle bir şey: İiioollldede, iiiollilidede, iolll, iolllll, iolllldedeeee.... (iyiki doğdun annnee.... diye yorumluyorum)
Sonra sarıldık. Daha ne isterim...

Bu arada Can bu hafta bizi şaşırtıyor. Haftasonu "anne ge, otuuu" diyince Kaanla şaşkınlıkla birbirimize baktık.
Geee( gel), otuu (otur), okuu, dodum( doydum), bua(buhar)la yeni kelimeler ve cümleler geliyor. Her akşam eve geldiğimizde gün içinde yeni ne söyledi, ne anlattı diye öğrenmek için can atıyoruz.

27 Mart 2012 Salı

İlkbahar, çayır, çimen vs.

Sonunda havalar güzelleşiyor. Pazar günü bütün günü kahvaltı, yemek, müzik, çayır çimen derken açıkhavada geçirdik. Bu arada Kerem'in doğumgünüyle doğumgünü sezonunu açmış olduk.  Aynı yaş çocukların daha çok kaynaşmasını beklerken, Yiğit, Duru ve Can ayrı takıldılar. Biraz daha büyümeleri gerekiyor galiba. Tek iletişimleri Can'ın Duru'ya eliyle makarna yedirmeye çalışması ve Duru'nun git demesi oldu. Kız çocuk gerçekten dil gelişimi anlamında farklıymış. 2 yaşına girmesi bir hafta kalmış olan Duru bir güzel öğrendiği İngilizce şarkıları söylerken bizimki manga(makarna) diye dolaşıyordu. Bir de şaşırıp "ala ala"(Allah allah) demekten kendisini alamadı bazen.

Dediğim gibi yaşıtlarıyla kaynaşma planımız suya düşse de büyük bir çocukla arkadaş oldu. Açık havada iştahı açılır diye düşünürken haftanın en sağlıksız ve en az yediği gününü geçirdik.  Son olarak koşturur, çayır, çimen, taş kendini oyalar diye düşünüyordum. Bu konuda da sınıfta kaldım. Çimene koyduğumuz ilk saniye koşarak bir çocuğun topuna sarıldı. Ver, o kardeşin demeye kalmadan başka bir çocuğun scooterına yapıştı. Sonra bir diğerine... Ta ki space car'ı görene kadar.  İşte o an etraftaki rengarenk scooterları unutup hemen üzerine atladı.

Her oyuncağa dokunduğunda sahibi çocuğun yüzündeki endişe, kızgınlık ve bazen ağlama ifadesini hayal edebilirsiniz. Tabi aynı anda bizimkinin yüzündeki "sonunda buldum seni!" dercesine mutluluk ifadesini. Bizim çocukları daha fazla üzmemek için oyuncakları iade etmesine çalışmamız, bunun sonucunda Can'ın kendisini toz toprak içinde yerlere atması ve deliler gibi ağlaması ile bu tip bol çocuklu ve ekstra havalı oyuncaklı ortamlara oyuncaksız (erkek çocuk için büyük araba, scooter vs) gelmememiz gerektiğini öğrenmiş olduk. Arada bazı çocuklardan azar işitmedik değil:)

Neyse ilkbahar geldi. Hava güzel, biz mutluyuz...

5 Mart 2012 Pazartesi

Uyku biraz uykuuuu

Hani bebek doğduktan sonra ilk dönemler uykusuz geçer, sonrası düzelir derler. Derler ama sonrası için de çocuğun varsa artık çok erken kalkarsın diye bir teşhis vardır herhalde... Can nerdeyse 2 aydır 5-6.30 arasında uyanıyor. Bazı geceler birkaç kez uyandığı da oldu. MFÖ'nün Bodrum Bodrum şarkısını, uykuuu biraz uykuuu, bütün istediğim buydu diye... söyleyerek uyumaya ikna etmeye çalıştığım gecelerim oldu. Kaan Amerika'ya gittikten sonra sabredip kucağıma almayı reddettiğim, yatağının yanına yastığımı koyup uyumayı denediğim günler de oldu. İşe yaradı mı diye merakla okuyorsanız, bence hayır. En azından sabahın 5'inde yatağında tepeme dikilmiş bir halde avazı çıktığı kadar "Kaaak, kaaaaak..." diye bağırırken kendimi başarılı hissetmedim. Veya uyku sersemi kucağa almak dışındaki her teklifi başını sallayıp "ı-ıııh, ııı-ıııh..."diye reddederken.

Son 2 gündür Zuzucan 6.40'da uyandı ve Kaanla nasıl mutlu uyandığımızı anlatamam! Bu erken uyanma döneminde de 8:30 yatma saatinden taviz vermedik. 8:30'a doğru pijamasını giyip sütünü içip, biberonunu bana teslim edip uyuyor. En azından son zamanlarda gece yatağa yatma ve uyuma sürecinde oldukça gelişme kaydettik.
Haftasonu sevgili kuziler Ege ve Mertle beraber bir alışveriş merkezinin oyun odasına gittik. Henüz üzerinde ne yapmak gerektiğini tam anlamasa da trambolinde oynamayı çok sevdi. Büyük çocukların zıplamalarının şiddetiyle sarsılmak bile onu eğlendirmeye yetti. Bu ve benzeri çocuklu aktiviteler Can için eğlence demek. Bizim için ise oyun parkında bile çocuklar arasında kıran kırana bir çekişme ve güç yarışı olduğunu öğrenme vesilesi oluyor. Oyuncakların ellerden çekilerek alındığı, güçlünün diğerini ittiği, kovaladığı, egemenliğini ilan ettiği ortamları görmek, Can'ın fanustan çıkma zamanının geldiğini hatırlatıyor.

Gerçi elleriyle yüzünü kapatıp yalancı ağlamalarına tanık olduğumuzdan beri tam bir çocuğa dönüştüğünü kabul etsek de, kucağımızda sütünü içerken yine minik bebeğimize dönüşüyor.

Bu aralar Can;
Uzun uzun anlattıklarımızı ve el hareketlerimizi taklit ediyor, kendi dilinde konuşuyor, konuşuyor...
Nasıl koltuktan düştüğünü canlandırmalı olarak (her seferinde yere yanağını koyacak kadar yaşayarak) defalarca anlatıyor ("Paaat dedi....")
Kocaman kelimesinin gerçekten ne kadar kocaman olabileceğine sesi, el hareketleri ve dudaklarının şekliyle bizi ikna  ediyor,
"Naaaaa..." diye şımarıyor (yaaaa..)
Tata(tahta), hamu(hamur), pil, daddi (taksi), manga(makarna), anga(Aleyna/Ankara) diyor,
Hala tüm evi elektrik süpürgesiyle defalarca geziyor,
İşten geldiğimde beni koccaman öpüyor,
Sabah uyanınca anne, anneee, anneee... diye sesleniyor, 3. kereden sonra genelde sesleniş baba'ya  dönüşüyor...

Yarın sabah bu seslenişi kaçta duyarız bilmiyorum, o nedenle şimdi yatağa gidiyorum. İyi geceler!

9 Şubat 2012 Perşembe

Şimdi biz de okullu olduk!

Son 4 haftasonunda Kaanla beraber İstanbul Parenting Class'da 1-3 yaş çocuk eğitimi konusunda bir kursa devam ettik. Kaanla cankulağıyla, kimi zaman kendimizi eleştirerek, kimi zaman bu konuda süperiz diye birbirimizi kutlayarak dinledik.  1-3 yaş aralığı oldukça geniş bir aralık ve 1 yaşını yeni doldurmuş bir çocukla 20 aylık bir çocuk arasında dağlar kadar fark olduğunu görmekle ve yaşamakla birlikte önerileri kabul edilebilir ve mantıklı bulduk. Bu arada kendimizi de değerlendirdik. Koşturmaktan ve günü yakalamaya çalışmaktan düşünmediğimiz konuları düşündük.

Biz Cumartesi günleri 2 saat okullu olurken, Can yeni kelimeler ve sesler eşliğinde anlaşılır, anlaşılmaz uzun uzun cümleler kuruyor ve onu heyecanla dinlemeye devam ediyoruz. Şu sıralar en çok kullandığı kelimeler: "Paaaat dedi"(pat diye düşmek), babay (baybay), bebe, nane, aç(acı)...

Bugün Kaan 10 günlüğüne Amerika'ya gitti. Bakalım Cancini'nin tepkisi ne olacak merak ediyorum. IPC'de ayrılıklarla ilgili tavsiyelerden birisi de bir süre ayrılacak aile bireyinin bir eşyasının çocuğa verilmesi ve dönene kadar saklamasının istenmesi, yokluğunda hatırlatılması. Böylece hem aile bireyinin onu terkettiğini düşünmesi önleniyor, hem sık sık hatırlaması sağlanıyor. (Bizde işe yaradı. Dönüşünde koşarak çekmeceden çıkartıp kartını geri verdi.)

13 Ocak 2012 Cuma

Tuvalet günlüğü

Bu hafta tuvalet işini çözmüşçesine mağrur ve gururlu ebeveynler olarak dolaşıyoruz. Can, sonunda tuvaleti kullanmaya alışıyor. Birkaç gündür arka arkaya kaka seansını tuvalette tamamladık. İnsanlık için küçük, bizim için büyük adımlardan biri. İnsan anne-baba olunca polyannalıkla saplantılı olma arasında bir yerde oluyor sanırım. Neyse...

Öncelikle eğlenceli tuvaletimizi gerçekten eğlence amaçlı kullanmaya başlayınca, klozete sıkıca oturan bir tuvalet adaptörü aldık. Yaklaşık bir aydır her sabah gözümüzü açamadığımız ama uyanmak zorunda olduğumuz o dakikalarda Can uyanır uyanmaz ilk iş tuvalete koşuyoruz. Bu arada tuvalete oturtup, Can'ın çişşşş demesini dinlerken uyanmış oluyoruz. Şanslıysak, emeğimizin karşılığı olarak tuvalete çiş yaparak ve bazen biraz da fıskıye yaparak güne başlıyoruz.

Aynı şekilde gün içinde  Can'ın bir saniye durup "kaka" demesi, rehavet halinde oturan ikiliyi(biz) anında ayağa kaldırıp tuvalete koşturabiliyor. Bazen yanlış alarm olabildiği gibi, Can Bey'in dalga geçmesinden de nasipleniyoruz. Yüzde hafif bir kızarma ve ardından oturma teşebbüsü olursa, yine aynı hızda koşarak tuvalete gidebiliyoruz. Ailecek hız kazandık, bu arada Can da alışkanlık kazanmaya başladı (diye umuyoruz).

Ege ve Mert tam 3 yaşında



Ege ve Mert'i kış ortasında nasıl hastaneden çıkaracağız diye düşündüğümüz, üşütmesinler diye sarıp sarmaladığımız, bacaklarının parmağımız kadar ince olduğu günleri hatırladık. Geçtiğimiz hafta 3. doğumgünlerini kutladık. Geçen zaman hem hızlı, hem değil. Can'ın yaşlarındayken geçtiğimiz yıl yaptıklarını hatırladık ve güldük. Onları gördüğümde ikiz olmanın ne kadar güzel olduğunu, ne kadar şanslı olduklarını bana düşündüren, ayrı karakterler, ayrı bakışlar, ayrı muzurluklar, ayrı güzellikler taşıyan bu iki adamı sevmek işten değil. Can'ın kuzileri gördüğü anda yüzüne yayılan gülümseme ve sarılma isteği boşuna değil. Bu buluşmalarına hediye gelen arabalarla üçünün ayrı telden oynaması ve Mert'in İpad'e (Ege'nin deyişiyle Aaped) olan hakimiyeti damgayı vurdu.

İyi ki doğdunuz boncuklar!

6 Ocak 2012 Cuma

Babasının oğlu

Can'ı doğduğundan beri genelde bana benzetiyor herkes. Kaan'ın çocukluk fotoğraflarını görünce fikirler değişti...

Kaan 1,5 yaşında, çok sevdiği anneannesinin kucağında