Ailemin kutu kutu hayatları var bu blogda. Keyif aldığımız yemek, gezi, kitap, annelik... hakkında herşeyden biraz.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Dikili üzerine

Geçtiğimiz yıl Dikili günlerimizle ilgili yazamamıştım. Oysa Can 2-4 aylıkken 2 ay boyunca yazlıkta vakit geçirmiştik. 2 ay boyunca öğleden sonraları Can'ın ağlamaları sokağı inletmiş, bir komşunun kucağından öbürüne hoplamış, sabah serinliğinde terasta salıncakta uzun uykulara dalmıştı. Ben de non-stop süt arttırma çabalarında helva, semiz otu, su, süt ne bulursam yeme ve içme halindeydim. Her gün babamla yürüyüşe gitmesem ve Dikili pazarı olmasa yediklerimle ham,ilelik kilolarım üzerine herhalde 5 kilo alıp dönmüş olurdum. Eski kıyafetlerimi giydiğimde, kocacımın "bu şort sanki böyle durmuyordu" gibi talihsiz açıklamaları olmasına rağmen mutlu annenin keyfini hiçbir şey bozamaz. Bu şorta girebildim ya, duruşu farklı olsa ne çıkar! 

Öğrenciliğimden beri böyle uzun yazlık keyfi(!?) yapmamıştık. Gençliğimizde yapacak aktivite bulamamaktan sıkıldığımız Dikili, (yaş ilerleyince ama çok da ileri değil:) ve aile kalabalıklaşınca daha da keyifli oldu.

Dikili'de daha basit şeylerden mutlu olmaya başlıyorsunuz: Duru denizin içindeki çakıl taşlarını izleyerek kilometrelerce sahilde yürüyüş, güzel bir çakıl taşı bulmanın mutluluğu, Ayvalık tostu, portakallı sakızlı Roma dondurması, sahilde Midilli adasına doğru güneşin batışı, akşam esintisiyle burnuna gelen yasemin kokusu, babamın hazırladığı kahvaltılar, bahçeden meyve yemenin keyfi, komşudan gönderilen yeni pişmiş kurabiyenin kokusu... şehir hayatında ve çoğu tatilde unuttuğumuz şeylerle mutlu olmaya başladığın bir yer Dikili'deki yazlığımız.

Geçmişe göre çok kalabalıklaşsa da, kirlense de, sahildekileri tanımaz olsak da, profil oldukça değişse de mutlu olunacak şeyler bulmak mümkün. Hele aile sağlıkla bir aradaysa, bir de minik bebek aralarına katılırsa...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder