Ailemin kutu kutu hayatları var bu blogda. Keyif aldığımız yemek, gezi, kitap, annelik... hakkında herşeyden biraz.

22 Kasım 2011 Salı

Bu bu buu???

Aziz Nesin'in muni hikayesinde adam çocuğun her gördüğü şeyde ağzından dökülen muni? sorusuna sabırla, defalarca cevap verir. Muni soruları devam eder, eder, eder... Can'ın meraklı halini gördükçe aklıma bu hikaye geliyor.

En son bir eşyayı kim kullandıysa veya kime aitse Can etiketliyor ve sonra oyununa geri dönüyor. Örneğin Kaan bir tornavida getirdiyse, Can'dan son hüküm geliyor: Bu bu baba! Ayakkabılarımı çıkararak eve giriyorum. Merhabadan önce elbet bir giriş yapılmalı. Parmak ayakkabıları gösteriyor ve "buuu anne!".

Ayşe temizlik yapıyor, Can hemen kovayı gösteriyor ve tabi ki " buuu aba". Salonda yürürken işaret parmağı önde Can arkada her eşyaya söylenecek bir şey var.

Her zaman her şeyi bilmek mümkün olmuyor. Sonuçta şunun şurası sadece 18 aydır dünyayı öğreniyor. Ne oldugunu bilmediği veya isminden emin olmak istediği eşyalarda parmak aynı şekilde kalkıyor ve soru geliyor: "Bu bu buu..?"
Soru anlaşılmadıysa tekrar: "Bu bu buu?"
"Bu bir limon sıkacağı"
Cevaptan sonra da şu ses mutlaka çıkarılmalı: "hııı..."

Yemek ve Altın Kızlar

Bir süre önce Cafe Fernando blogunu keşfetmiştim. Özellikle Can'in doğumundan beri- öncesi de var ama- yemek yapmakla hiç aram olmamasına rağmen tatlı(yemek) özel ilgi alanima girdigi için arada bu bloga bakmadan geçemiyorum. Profesyonel fotografların albenisi ve satır aralarında geçen San Francisco hikayeleriyle keyifli bir site. Diğer taraftan kahveli fındıklı kurabiye tarifini de bir gece dayanamayip pişirdiğim ve çok beğendiğim için artık bir bağımız da var...

Vanskapkaka tarifiyle ilgili eski bir yazısı çok hoşuma gitti ve buraya eklemek istedim. Altın Kızlar dizisini hatırlar mısınız? "Yıl 1965 Sicilya..." cümlesiyle başlayan repliklerle komedi dizilerin ilk kez hayatımıza girdiği dönemde hala düşününce beni gülümseten bir dizi. Ailece koltuğa dizilmiş bu birbirlerine sımsıkı bağlı dört kadının Santa Barbara'daki komik hikayelerini gülerek izlediğimizi hatırlıyorum. Dizinin bir bölümünde Ross'un bahsettiği bir tarifle ve dostlukla karıştırılmış bu yazıya göz gezdirmek isterseniz işte burada:

http://cafefernando.com/vanskapkaka/

21 Kasım 2011 Pazartesi

Emziksiz günler

Can sadece yataktayken emzik alabileceğini, uyandığında emziği vermesi gerektiğini öğrenmişti. Ama uyurken o kadar tutkun şekilde emziği arıyordu ki, her ne kadar ben 18 ayda bırakma planları yapsam da hiç kolay olmayacağını hissediyordum. Arkadaslarimin denemelerinden esinlenip acaba kediye mi atsak, emzigin ucunu mu kessek, delik mi acsak diye ben dusune durayim, 18. ayin dolmasina yakin deneme dugmesine bastik.

Çok hazırlıklı ve düşünerek olmadı ama yorucu bir gunun sonunda bir gece emziksiz uyumayı denedik, zorlanmadan uyudu. İlk denemeden güç alıp ertesi günler tekrar tekrar derken bir gun gündüz uykusunda da emziği bıraktık. Can nerdeyse 10 gundur geceleri emziksiz uyuyor.

Uyku kokan Canla ilk deneme:
-Neneee?
-Nene yok annecim, artık abi oldun.
-A-bi...
-Fındıkla uyumak ister misin?
Konuşarak ve yatakta taklalar atarak uyur.

İkinci gece:
Çok yorgundur, yastığa başını koyar, biraz konuşup Can'ın uykusu geldi şarkısını söyleyip odadan çıkılır. Çok geçmeden Can uyur. Gece uyanınca yanına gidilir. Odadan çıkar çıkmaz zıplayan miniğin yanından ayrılmayıp yerde uyunur bir süre. Sonra nasıl uyutacağını bilemeyen anne paniğe kapılıp hemen emziği verir...

Aralarda anneanne ve babaannede konakladığımız ve ortam değişikliği nedeniyle mecburen emzik verdik. Önemli değişikliklerde ortamın ve rutinin değiştirilmesi önerilmiyor. Ayrıca tutarlı davranmak gerekiyor(muş). Neyse ben gercegime donersem tam aksine disarida uyusun diye arada emzik verdigimi de soylemeliyim. Bu yonteme cocugun oldugu kadar anne-babanin da yavas yavas kabullenmesi diyebilir miyiz?

Üçüncü gece: 
Çok yorgundur, yastığa başını koyar, biraz konuşup Can'ın uykusu geldi şarkısını söyleyip odadan çıkılır. Çok geçmeden Can uykuya dalar, sabaha kadar deliksiz uyur.
...
Altıncı gece:
Herşey buraya kadar iyiydi. Can gece uyanınca uyumakta zorluk çekti ve sakinleştirmek mümkün olmadı. Kaanla odasında yere çökmüş bir halde muhtemelen ikimiz de emziği bırakmanın gerçekten gerekli olup olmadığını sorgularken bir saat geçti. Sonunda Can yorgun düşüp uyumaya devam etti.

Ayşe ablası gündüz uykusunda emziği vermeyince emziksiz günlerimiz de başladı. Benim emzikleri attığımı soyleyip emziklerin olduğu çekmecenin boş olduğunu göstermiş. Uyumaya calisirken arada kalkıp anne at, anne at diye tekrar ederek (muhtemelen konuyu anlamak icin pekistirerek)sonunda uyumus. Can için olduğu kadar emziksiz günler bizim için de yeni alışkanlıklar getiriyor. İlk gunler sabah 5-6 civari uyanip geri uyuyamadigi gunlerimiz oldu. Geceleri iyi geceler dileyip odasından çıktığımız günler geride kaldı.  Artık ağlamalı, konuşmalı, süt içmeli, şakalaşmalı, mızırdanmalı tekrar tekrar odaya donmeli, uykunun onemini anlatmali bir uyku merasimimiz var.

Bu da bizim emzik birakma hikayemiz (olur umarim). Aferin ogluma!

11 Kasım 2011 Cuma

Bayram aileyle güzel



Anneanneyle bayramlaşma



Ailelerle birlikte olunca bu bayramı iliklerimize kadar hissettik. Sabah kahvaltısına kavurmayla başlayıp Bayram'ın son gününe kadar durmadan yedik. Bir gün annemlerde, bir gün de Bahar annelerde konakladık. Tüm İstanbul halkı İstanbul'daydı. TEM hareket etmez hale gelmişken merkezi yerlerde ise hiç trafik yoktu. İstanbul'un garipliklerinden bir başkası... Trafik bizim bahanemiz oldu, ailelerle kalmaktan çok keyif aldık.

Bayram'ın ilk günü ailecek Bahar annenin hazırladığı muhteşem yemekler etrafında toplandık; dayılar,  kuzenler, anneanne, babaaanne, dedeler, abim, Suna, Hakan, Alple. En çok Ege, Mert ve Can'ı izlerken eğlendik. Özellikle Ege ve Mert BabyTV karşısında transa geçmişken Can'ın hala üzerlerinde tepinmeye devam etmesi ve oyuna davet etmesi, Can'ın tam bir oyuncu kedi haline geldiğini ispatlıyor.



Bu aralar amcasına Aka, Ege'ye Aga diyor. Kuzenlerini göreceğini söylediğimizde hemen seviniyor.
Baby TV seyreden kuzenlere hücum sırasında

3 Kasım 2011 Perşembe

Haşarı hareketler

Her geçen gün Can'ın yüzünde belirginleşen muzur ifadeyi farkediyoruz, hızlanan adımlarına yetişmek zorlaşıyor. Koltukların üzerlerinde zıplarken yakalıyoruz. Ufacık elleriyle odasının duvar kağıdını nasıl yırttığına akıl erdiremezken, o büyümeye devam ediyor.

Hareketleri ve asilikleri yanında kelimeleri söylemeye deneyip bir kez söyledikten sonra geride bırakıp dikkati hemen başka yere dağılıveriyor. Perde, mum, araba da son kelime denemeleri. Bir gün eve gittiğimde konuşur bulucağımı ve ilk konuşmaya başladığı anı kaçırmış olacağımı düşünüyorum. İşten çıkıp koşa koşa eve geliyorum yenilikleri yakalamak için.

Daha uykumuz düzene girmemişti ki, şimdi de burnu tıkandığı için sürekli uyanıyor. Sabah 4-5 sularında rüya olduğuna inanmak istesek de "aaanneee..." sesiyle uyanmak işten değil...

Terrible Two'dan şimdiden korkuyoruz. Oysa doktorumuzun söylediği gibi aslında bir yaşına başladığından itibaren her gün 2 yaş hareketleri başlıyor. Kendini ispat etme çabası, olumsuz cevaplar, yeni alışkanlıklar... arka arkaya ekleniyor.

Bir yaşından itibaren öğretmek ve her şeyi öğrenmek vardı hayatımızda. Şimdi ise öğretmek  ve eğer oturup dinlerse, beğenirse, o sırada konsantrasyonunu bozan bir şey olmazsa (ki 2 dakikadan fazla olamamaya başladı) öğrenebilir devresindeyiz. Tracy Hogg'un 2 yaşına kadar beklemeyin, ne yapacaksanız hemen yapın, zaman geçtiğinde pişman olacaksınız demesi boşuna değilmiş. 2 yaşına kadar anne-babayı mutlu etmeye çalışıyor (1,5 yaş diyelim:). Kitabın son bölümlerini şimdi anlayabiliyorum.

Aslında ne kadar erken deyip ertelesek de, hazır olmadıklarını düşünsek de bebekler, küçük çocuklar öğrenmeye ve alışkanlıklar kazanmaya aslında açıklar. Sanırım buna açık ve hazır olmayanlar biz ebeveynleriz. Emziksizlik bizim için zor, tuvalet eğitimi dönemi ve bezsiz yaşam için aslında bizim alıştırmaya ihtiyacımız var...
Ama ben yalnız hazırlanamam, Kaan sen de var mısın???

Ayakkabılarımı seviyor...